FRANSA’DA YARIM ASIRDIR YAŞAYAN TÜRKLERDEN / CANAN TANGÜN

125
5 Şubat 2025 tarihinde Tansu Sarıtaylı tarafından eklendi

Paris’te Turizmden dış politikaya varıncaya kadar onlarca yıl çalıştı. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımızı sürdürüyoruz. Bugün 60’lı yılların sonunda doktora yapmak için yola çıkan eşiyle birlikte Fransa’ya gelen Canan Tangün bize bu yıllarını özetleyecek. Türk dış temsilciliklerinde çalışan Tangün, ASALA’nın saldırılarını ve Orly duruşmalarını anlattı, daha sonraki yıllarda Baba Bush ile neler konuştuğundan da bahsetti.

 Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımızda bu sefer, burslu olarak Fransa’ya gelen eşiyle birlikte Fransa’ya adım atan Canan Tangün bu ülkedeki yaşantısını anlatacak.

Tansu Sarıtaylı- Canan hanım Fransa’ya ne zaman geldiniz?

Canan Tangün- 1969 yılında eşim Ahmet Tangün ile birlikte Fransa’ya geldik.

Tansu Sarıtaylı- Sizi buraya getiren şey neydi, o süreci anlatır mısınız?

Canan Tangün- Buraya geliş hikayemizi başlatan şey Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaulle’ün 1968 yılında Türkiye’yi ziyaretiydi. O zamanlar Ankara’da Fransızca bilen gazetesi sayısı azdı.  Hayat ve Ses mecmualarının Ankara muhabiri olan Ahmet Tangün, çok güzel bir röportaj yaptı. Hayat mecmuası De Gaulle özel sayısı oldu. Fransızlar da o ziyarete çok önem veriyorlardı. Fransız Sefareti binasının bahçesine kocaman bir çadır kurmuşlardı. Oraya yüksek bürokratları da davet etmişlerdi. Tabi bu sayede Fransız basın ataşesi ile irtibat kuran eşimin de yolu açılmış oldu. Fransız basın ataşesi istediğin bir şey var mı diye sorduğunda, “Doktora yapmak istiyorum, bana burs verebilir misiniz” diye cevap vermiş. Ataşe de “Bakacağım” demiş. Biraz gecikmeyle de olsa kasım ayında burs haberi geldi. Ancak okullar açılmıştı. Biz de o sırada evlenmiştik. Uçağa binip önce Mühih’e gittik. Eşimin abisi Köln Radyosu’nda çalışıyordu. Orada 2-3 gün kaldıktan sonra trenle Fransa’nın Strazburg şehrine geldik.

Tansu Sarıtaylı- Bursun kapsamı neydi, işinizi gördü mü?

Canan Tangün- Doktora eğitimi için verdikleri burs 750 Frank. Bir kişilik burs, fakat biz iki kişi idare edecektik. Strazburg’a geldik ama bütün öğrenci yurtları tutulmuştu. Çünkü herkes eylül ayında yerleşmişti. Yani biz açıkta kaldık. Crus adlı şirkete gittik, şirket bize bir tavsiyede bulundu. Şehirde biraz pahalı bir stüdyo var, onu ister misiniz diye sordular. Hiç unutmam Le Maison adlı bir binada bize çok lüks güzel bir stüdyo buldular, oraya yerleştik. Daha sonra bizim okul işleri halloldu.

Tansu Sarıtaylı- Zorlanmadınız mı? Hem maddi açıdan hem de dil açısından durumunuz yeterli değilmiş anlaşılan.

Canan Tangün- Ben bir kelime bile Fransızca bilmiyordum, fakat İngilizce tedrisatlı bir okulda okumuştum. 750 Franklık bursun 380 Frankı kiraya gidiyordu. Geri kalanla da bir ay geçinmemiz gerekiyordu. O sene öyle idare ettik. Üniversite lokantasına ilk gittiğimiz gün, sıraya girdik. Türkiye’yi tanıyan bilen yok gibiydi. Ama yemek sırasındayken önümüzdeki Fransız oğlan arkasını dönüp bize “Siz Türkçe mi konuşuyorsunuz?” deyince pek şaşırdık. Meğer o sene Türkiye’ye gitmiş ve çok beğenmiş. Onun için de birkaç kelime Türkçe öğrenmiş.

Fransa’ya geldikten sonra ilk sene oradaki Türk öğrencilerle de arkadaşlık etmeye başladık. Doktora programlarında birçok Türk öğrenci vardı. Çoğu erkekti ve çoğunun kız arkadaşları da Fransızdı. Bu arada zaman geçtikçe benim kulaklarım Fransızcayla dolmaya başladı. Benim yanımda öğreneyim diye Fransızca konuşuyorlardı. O şekilde biraz öğrenmeye başladım.

Tansu Sarıtaylı- Strasburg’da yaşarken maddi anlamda zorlandığınız oldu mu?

Canan Tangün- Strazburg’da para yetmediği için her ay sonu sürekli bir köye gidiyorduk. Yani ay sonunu getiremediğimiz için hep eşimin abisinin olduğu köyüne gidiyorduk. Strazburg’dan Khel şehrine geçiyorduk yürüyerek. Oradan da otostop yapıyorduk. Daha el kaldırır kaldırmaz hemen duruyorlardı. Çünkü Fransa’daki 1968 olaylarından sonra çok güzel bir bayram havası esiyordu. Herkes bir biriyle çok iyi geçiniyordu acayip bir hürriyet havası vardı. Hippiler yüzünden de bu sevecenlik artmıştı.

Hatta bir defasında, üstümüzdeki kıyafet sebebiyle başka ilginç bir şey yaşadık. Strazburg soğuk diye birer gocuk almıştık. Koyun derisiydi. Ama o da çok modaymış burada ve çok pahalı satılıyormuş. Herkes o gocukları sırtımızda görünce bizi zengin sanıyordu. Hatta bir seferinde çok güzel bir Mercedes araba durdu, bizi aldı. Niye trene binmiyorsunuz da otostop eziyeti çekiyorsunuz diye sordu. Tabi bizim bunu parasızlıktan yaptığımızı bilmiyordu.

Tansu Sarıtaylı- Strazburg’da yaşamak zordu yani.

Canan Tangün- İlk yıl 4-5 kişi bir arkadaşın arabasına doluşup Türkiye’ye tatile gittik. Türkiye’den döndüğümüzde artık bunun böyle devam edemeyeceğini anladık. Doktora programında derslere devam mecburiyeti yoktu. Onun için Paris’e gelmeye karar verdik. Ben de o arada Türkiye’de Turizm Bakanlığına başvurmuştum. Hani yer varsa işe girip çalışmak istiyordum. Bu arada 6-7 ay lisan okuluna gittim, Fransızca dersleri aldım.

Daha sonra turizm bürosu için haber geldi, mahalli memur olarak işe başladım. Turizm bürosuna gelen Fransızlar hep iyi niyetli insanlardı. Çünkü söylenmeye değil bilgi almaya geliyorlardı. Hiçbir negatif durum görmedim. Dolayısıyla Fransızlar hep böyle insanlar diye düşünüyordum. Tabi durumun farklı olduğunu zamanla öğreniyor insan.
Ben turizm bürosunda çalışırken, Türkiye’de turizm modası da artmaya başlamıştı. Strazburg’dayken bile birkaç kişi gelip bize “Saz var mı” diye sormuştu. Yani Türkiye’deki saz moda olmuştu.

Paris’te turizm bürosunun açılışı da çok ilgi gördü. Büronun açılışına Jacques Brel’in gelip orada bir ödül alması epey etkili olmuştu. Bu da Erkan Özerman sayesinde gerçekleşti. O zamanın turizm bürosu müşaviri Mukadder Sezgin beydi. Erkan Özerman’a “Buraya öyle birini getir ki bu büronun tanıtımını yapalım” demişti. Gerçekten de Jacques Brel, hiçbir yerden ödül almaya gitmediği halde oraya gelip ödül almayı kabul etmişti. Çok kalabalık bir gündü, ayrıca herkes gelip bilgi almaya çalışıyordu. Televizyonlarda da Türk turizm bürosunun açılışı gösterilmiş oldu.

Tansu Sarıtaylı- Türkiye’nin tanıtımı açısından da epey etkili olmuş.

Canan Tangün- Paris’te Türk turizm bürosunun o şekilde açılması epey ilgi çekti. Türkiye’nin tanıtılmasına yardımcı olan başka bir şey de ralli oldu.

Tansu Sarıtaylı- Ralli ile Türkiye tanıtımı mı yapıldı?

Canan Tangün- Türkiye’nin tanıtılmasına yardımcı olan büyük bir organizasyon. ‘Rally of a Decade: Paris-Persepolis-Paris’ yani Paris’ten Persopolis’e ralli. Citroen firması 1300 Citroen 2 Chevaux ile bu ralliyi düzenlemişti. Arabalar, Paris’ten yola çıkıp, İstanbul ve Türkiye’ye geçerek Persepolis bölgesine (bugünkü İran topraklarında kalan antik kent) ulaşıyordu. Rallide yarışan araçlar, Türkiye’nin güneyinden ve Kapadokya bölgesinden geçip Persepolis’e ulaşıyor, dönüşte de Türkiye’nin kuzeyindeki güzergahı takip ediyordu. O ralli Türkiye için çok güzel bir tanıtım ve etkili bir propaganda oldu. Çünkü hep çok güzel görüntülerin fotoğrafları, videoları çekildi.

Tansu Sarıtaylı- Paris’te turizmin olumlu etkisi ne kadar sürdü?

Canan Tangün- Turizm bürosunda çok güzel işlerle devam ederken, Fransa’da tatsız rüzgarlar esmeye başladı.  1971 yıllarında Türkiye’de 12 Mart Muhtırası olmuştu. Devamında da üzücü olaylar yaşanıyordu. O sıralarda sanatçı Münir Nurettin Selçuk bir konser için Paris’e gelirken gümrükte durdurulmuş. Üzerinde çok fazla altın var diye engel olmuşlar. Münir Nurettin Selçuk süsüne çok düşkün biriydi. Bilezikleri, yüzükleri, kravat iğneleri oldukça fazlaydı. Yanında da bir sürü süsünü getirmiş. Çok da gururuna düşkün bir insandı. Fransız görevliler onu durdurunca geri dönmeye kalkışmış. Büyükelçilik devreye girmiş de “Çok kıymetli bir sanatçımızdır, ülkeye girsin” demişler bu vaziyete o şekilde son verilmiş.

Münir Nurettin Selçuk, Paris’teki konserde acıklı bir şarkısını söylerken “İçin için yanıyor yanıyor bu gönlüm” diye bir söz geçer. Onu söylerken kalabalıkta arkadan birisi “Bizim de içimiz üç gence yanıyor” diye bağırdı. Herkes huşu içinde sanatçıyı dinlerken bu sesin geldiği tarafa döndüler. Çünkü biraz da baskıcı bir dönemdi o zamanlar. Neyse sonradan anlaşıldı bildiğimiz ressam Komet bağırmış.

Tansu Sarıtaylı- 1971’de Türkiye’de yaşananlardan sonra Fransa’da da tatsız olaylar oldu. Siz de göreviniz sebebiyle birçoğuna pek yakındınız.

Canan Tangün- Evet. Fransa’da sevimsiz rüzgarlara yenileri eklendi. 1975 yılında o dönemki Paris Büyükelçimiz ASALA terör örgütü tarafından öldürüldü. O sene Cumhuriyet Bayramımızı yine büyük bir coşkuyla kutladık. Her şeye rağmen içimiz yanıyordu. Bu yaşananları biz çok büyük hakaret olarak kabul ediyorduk. Böyle bir şey kabul edilemezdi ama oldu. Daha sonra Fransa’da Türklere karşı terör olayları devam etti.
Türk turizm bürosuna sık sık molotof atıyorlardı. Hatta bir gün Türk turizm bürosunun kapısına patlayıcı koydular. Ben oradan birkaç saat önce çıkmıştım. O patlamayla bütün çerçeveler aşağı indi. Köşede apartman güvenliği için bekleyen Cezayirli bir nöbetçi vardı, ona hiçbir şey olmamış. Polis onu sorguya çekti. Yani bu patlayıcıyı büronun önüne koyarlarken sen neredeydin diye sorguladılar. O da ben o sıralarda yere düşen kalemimi arıyordum diye cevap vermiş. Tahmin ediyorum ki o sıralarda gece olduğu için nöbetçi de uyuyordu.

O dönemde yaşanan acı olaylardan biri de Paris Müşavirliği Turizm Müşaviri Yılmaz Çolpan’ın, silahla taranarak öldürülmesiydi. Bu suikast 22 Aralık 1979’da Şanzelize Caddesi’nde yaşandı. Bu terör saldırısı da içimizi çok yaktı.

O sıralarda Türkiye’deki siyasi dengeler bile yurt dışında bizleri etkiledi. Türkiye’de Ecevit-Erbakan hükümeti geldiği vakit, Paris’teki turizm bürosunda çalışanları ‘eski iktidarın adamları’ diye (başka yere????Türkiye’ye mi gönderdiler açığa mı aldılar????) tayin ettiler. Bu durumda en başta ben ve iş arkadaşlarım biraz rapor alıp idare etmeye çalıştık. Sağolsun Yılmaz Çolpan, bize “İdare edin, döneceksiniz” dedi. Devletin o aralar parası yoktu. Yol parası da vermiyordu. Biraz idare edip sonra döndük. Ben Turizm Bakanlığında çalışmaya başladım. Oğlumu da yanıma almıştım. Hem Fransız okuluna hem Türk okuluna yazdırdım. Ama orada hastalandım. Annem babam da o sırada İstanbul’a nakledilmişti. Kalacak yer ve benimle ilgilenecek kimse olmadığı için istifa edip Paris’e döndüm. Eşim henüz dönmemişti. Kısa bir süre sonra geri geldim. Gelirken Büyükelçiliğe başvurmuştum. Bir süre sonra beni Büyükelçiliğe aldılar. Orada çalışmaya başladım ama sevimsiz olaylar oradayken de devam etti. İnsanlar öldürüldü, çalışma ataşemiz öldürüldü, din görevlimiz öldürüldü, Reşat Moralı, Tecelli Arı, hatta teröristlerin konsolosluk baskını oldu. O olayda da maalesef Paris Başkonsolosluğu Güvenlik Ataşesi Cemal Özen’i öldürdüler.

Tansu Sarıtaylı- Bir de Orly’deki bombalı saldırı var.

Canan Tangün- Evet. Orly Havalimanı’ndaki bombalı saldırı. Orada da 8 ölü ve 55 yaralı hatırlıyorum. Hem Türkiye için hem Fransa için çok büyük bir olaydı. Çünkü o güne kadar ASALA örgütü sadece Türklere yönelik terör saldırıları yapıyordu. Bu sefer Fransız sivil insanlarını da kapsadı. Bu durum Fransızlarda panik yarattı yani infial oluştu. Hoşlarına gitmedi. Bu olayın davası, bir süre geçtikten sonra yapıldı. Yani o terör saldırısı 19 Temmuz 1983’te oldu, ama davasını 1985’te gördüler. Biz o duruşmaları takip ettik. Birçok kişi korkuyordu. Bizimle gelmek istemeyenler olmuştu. Ancak 19 Şubat-2 Mart arasında Büyükelçilikte çalışan birkaç kişi bu Orly davasını başından sonuna kadar izledik.

Orly davasında Türkiye tarafı çok güzel ağırbaşlı bir savunma yaptı. Prof. Dr. Mümtaz Soysal hocamız çok güzel bir konuşma yaptı. Bombayı koyanlar hüküm giydi. Ortalık biraz sakinleşti. Bu arada biz birbirimize kenetlendik. Bu arada işi biraz şamataya vurduk. Orly davasını kargacık burgacık resimlerimle bir ironi olarak resimli roman gibi çizmiştim. Bu tür şeylerle biraz moralimizi düzelttik.

Sonra Büyükelçilikte bir toplantı yapıldı. Büyükelçi Adnan Bulak bir yazı yazdı.????????????“Sayın Bakan, sizden rica ediyorum, içimizden birkaç kişiye devletimiz adına teşekkür etmenizi talep ediyorum” dedi. O zaman memurlar olarak sadece biz kalmıştık. Bakan Vehbi Dinçerler, beni ve birkaç arkadaşımı çağırdı, diğer arkadaşlarımı tebrik ettikten sonra sıra bana geldi. Bütün cesaretimi toplayarak “Müsaade ederseniz bir Bakan öpebilir miyim?” dedim. Halbuki bu bakanımız mecliste hanımların elini bile sıkmayan bir bakan olarak biliniyordu. Onu yanağından öptüm ve bir sorun çıkmadı. Tabi bütün salon gülüştü. Hatta Büyükelçinin eşi Lale Bulak bana “Kimsenin yapamadığını yaptınız” diye şaka yollu takılmıştı.

Tansu Sarıtaylı- Büyükelçilikteki işinize daha sonra devam ettiniz mi?

Canan Tangün- Paris Büyükelçiliği çalışmam eşimin İstanbul’daki bir firmadan teklif almasıyla sona erdi. İstifa ettim ve Türkiye’ye gittik. İki oğlumuz vardı, onlar da biraz Türk tahsili alsınlar istiyorduk. İkisi de Türkçe biliyordu fakat eğitim olarak orayı da tecrübe etmelerini istedik.

Tansu Sarıtaylı- Türkiye’ye döndüğünüzde işler istediğiniz gibi gitti mi?

Canan Tangün- Aksilikler peşimizi bırakmadı. Oraya gittikten 3 hafta sonra eşim kalp krizi geçirdi. Allah’tan çok sert bir durum olmamış. Fakat o sırada anjiyo yapılmıyordu. Düşündük taşındık, tedavisini Fransa’da yaptırmaya karar verdik. Tabi çocukları da toplayım geri geldik. Ben de o sırada yine Dışişleri Bakanlığına başvurdum.

Tansu Sarıtaylı- Tekrar Dışişleri Bakanlığında mı başladınız?

Canan Tangün- Ben oraya müracaat ettim ama bana “OECD’de git başla” dediler. OECD nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğine gelip çalışmaya başladım. Oradan komik bir anekdot da paylaşayım. 1989 yılında AGİT toplantısı yapıldı, bütün ülkelerin başkanları geldi. Turgut Özal da eşiyle geldi. Tesadüfen ben mihmandar olarak ilginç bir anı yaşadım.

Tansu Sarıtaylı- Özalların mihmandarı mı oldunuz?

Canan Tangün- Semra Özal’ın mihmandarı olarak AGİT toplantılarına katıldım. Paris’te Versaille Sarayı’nın aynalı salonunda çok güzel bir yemek verildi. Kocaman, uzun bir masa kuruldu, ben de yanlarında oturuyordum. Orada George Bush’un babasıyla biraz ahbaplık ettim.

Tansu Sarıtaylı- Bush ile temasınız nasıl oldu?

Canan Tangün- Baba Bush, Semra Özal’a birini sordu, fakat Semra hanım tanımadığı için bu sefer Bush bana “Karşıda iki büklüm oturan yaşlı adam kim” diye sordu. Ben de o sorduğu kişinin Meclis Başkanı Alain Poher olduğunu söyledim. “Ha o mu” diye karşılık verdi. Sonra Semra Özal’a bir porselenden bahsetti, Semra hanım adını hatırlayamadı, ben arkadan Herent dedim Macar porseleni. Baba Bush “Sen de her şeyi biliyorsun” dedi ve bana dönüp benimle konuşmaya başladı. “Madem her şeyi biliyorsun o zaman söyle bakalım bu yemek menüsündeki şeyler nedir” diye sordu. Onları tercüme ettim. Orada kıskaçsız bir ıstakoz vardı, onu göstererek “Biz ona şey deriz, Afrika ıstakozu diyoruz” dedi.

Ben o toplantıdan sonra Başkan Bush’a jest olsun diye evime iki küçük herent sepet almıştım, onları göndermek istedim. Amerikan Amerikan delegasyonuna “Bunları Başkan Bush’a iletebilir misiniz” diye sordum. “Güvenlik sebebiyle iletemeyiz ama siz istiyorsanız kendiniz gönderin” dediler. Ben de güzel bir paket yapıp postaneye götürüp yolladım. Tabi o ara Irak’taki olaylar başladı. Amerikalıların Irak’a harekatı falan başlayınca ben artık ümidi kestim. Aradan iki ay geçti. Bir gün OECD Amerikan delegasyonundan bir telefon geldi. “Canan Tangün diye biri varmış, ona Başkan Bush’tan bir mektup yolluyoruz” dediler. Meğer Başkan Bush “Porselenleri, Barbara ile beraber evin en güzel köşesine koyduk, teşekkür ederiz” diye yazmış. Böyle de ilginç bir anım oldu.

Türkiye’de 2000’li yılların başında yeni hükümet kuruldu. Yeni iktidar reformlar yapmaya başladığı zaman Türkiye’nin dışarıdaki imajı parlamaya başladı. OECD’de şöyle bahsi geçiyordu “Türkiye Ortadoğu’nun yükselen yıldızı. AB normlarına uygun reformlar yapılıyor.” Ama yıllar sonra gelinen durumu görüyorsunuz.

Tansu Sarıtaylı- Peki Türkiye’nin imajı demişken, Türkiye ile Fransa arasında bir düşmanlık varmış gibi hissettiniz mi?

Canan Tangün- Fransızlarla Türkiye arasında bir düşmanlık olduğunu zannetmiyorum. Zaman zaman gerginlikler ve iniş çıkışlar olsa da düşmanlık yok. Yalnız bir Fransız mimar bana demişti zamanında şöyle demişti “Siz Birinci Dünya Savaşında Almanlarla harbe girdiğiniz için Fransızlar sizi hiçbir zaman affetmedi.” Ne kadar doğru bilemiyorum. Onun dışında böyle bir düşmanlık görmüyorum. Çünkü Türkler gittikleri yeri pek rahatsız eden insanlar değil. Hatta kendi aralarında yaşıyorlar. Bazen topluma tam uymuyorlar çok katılmıyorlar ama fazla da rahatsız eden davranışları olmuyor.

Tansu Sarıtaylı- Peki Canan hanım, 50 yılı aşkın süredir burada yaşıyorsunuz, Türk toplumunun Fransa’daki geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Canan Tangün- Türk toplumunun Fransa’daki geleceği biraz ürkek. Yani belediye meclislerinde, parlamentoda falan artık Türkleri görmek istiyoruz. Bu konularda çok yetenekli insanlarımız vardır eminim. Almanya’da bile çok az var. Bunlar olursa çok daha iyi olacak diye düşünüyorum. Fakat bu konuya eğilen pek fazla kimseyi göremiyorum. Belki son yıllarda insanlar biraz politikadan soğudu.

Türkler çok iyi entegre değiller. O yüzden bir sürü anti propaganda ile karşı karşıya kalıyorlar. Ayrıca burada yetişen Türk çocukları, Afrikalı çocuklarla içli dışlı oldukları için bu sefer antipatik bir durum ortaya çıkıyor. Bu durum üzücü. Bazıları bu işin içine bir de dini durumu soktukları için bunlar oluyor.  Yoksa Türklerin öyle bir şeyi yok. Türkler laik bir cumhuriyet rejiminden geliyor. Hele Türkiye’de yetişmiş insanlar için söz konusu değil. Burada sosyal konutlarda yetişmiş Türk çocukları, kötü arkadaş ve kötü muhit etkisiyle olumsuz etkileniyor. Bu durumdan kurtulmamız lazım.

Tansu Sarıtaylı- Peki ya Fransa’daki yabancı kökenlilerin durumu?

Canan Tangün- Fransa’daki yabancılar diyoruz, olaylara karışan göçmen yabancılara baktığımızda örnek olarak vermek gerekirse Goussainville banliyösü kuzey Afrikalı gençlerin olay çıkardıkları bir banliyöydü. Şimdi orada Afrikalı bir göçmen belediye başkanı seçildi, olaylar bitmiş görünüyor. Hatırlayın, eski belediye başkanı döneminde Fransız polisi oraya giremiyordu. Şimdilerde o durum değişti. Arap belediye başkanı seçildi orayı olumsuz olaylardan temizledi. Şimdi artık sokaklarda arabaları yakmıyorlar, hırsızlık da tek tük seviyeye indi. Yapılabilecek bir şey bu, yabancılardan korkmayacaksın. Fransa madem yabancılara kollarını bu kadar açmış, onların eğitimini sağlaması lazım. Zor bir şey değil, çözümünü bulmak gerek. Halledilmeyecek bir şey değil.

 Tansu Sarıtaylı- Şu anda Fransa’da üç tane belediye başkanı var üçü de başarılı olduklarını görüyoruz yeniler gelemez mi?

Canan Tangün- Tabii yani bunlar başarılı kişiler ama artık yeni nesil para kazanmanın dışında kariyer peşinde de olduğu için hem okullarına devam ediyorlar hem de Fransız siyasetinde yer almanın yollarını arıyorlar. Ama kolay olmuyor. Fransızlar tutucu olabilir evet. Kolay kolay kabul etmiyorlar işte Fransızların da zor tarafları bu maalesef. İmparatorluktan gelme bir şeyleri var, bazı insanlar onu bir türlü atamıyor üstünden. Ama ben eminim gene Türkler arasında başarılı olacak olanlar vardır.

 Tansu Sarıtaylı- Türkiye ile ilişkileri veya Türkleri olumsuz etkileyen pek çok olaydan bahsettik. Peki Türkiye ile ilgili olarak burada sizi mutlu eden olaylardan bahsedebilir misiniz?

Canan Tangün-  Her zaman kötü olaylar olmadı. Türkiye ile ilgili güzel şeyler de yaşandı. Mesela 2016’daki Avrupa Futbol Şampiyonası’nda (EURO 2016), takımların ülke bayraklarını 10 dakika boyunca Eyfel Kulesi’ne yansıtıyorlardı. Sanırım üç kere Türk bayrağı oraya yansıtıldı. O çok hoşumuza gitti.

Süleyman Demirel buraya geldiği vakit Champes-Elysee Türk bayraklarıyla donatıldı. O da hatırımda kalan güzel bir olay.

Son Paris Olimpiyatlarında paralimpik sporcuların başarıları ve yine Paris 2024 Olimpiyatlarında havalı tabanca sporcusu Yusuf Dikeç’in başarısı. Bunun gibi olaylar insanın hoşuna gidiyor.

 Tansu Sarıtaylı- Canan hanım çok teşekkür ederim.

Canan Tangün- Ben teşekkür ederim.

Kategori Tag

Yorumunuzu Ekleyin

E-mail adresiniz yayınlanmayacak.