Fransa’ya Kontratlı işçi olarak geldi. İşyerinde sendikacı ve dernekçi oldu. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajları sürdürüyoruz. Bugün de 50 yılı aşkın bir süredir Fransa’da yaşayan Şanlıurfalı Hamza Yıldız bey ile birlikteyiz.
Hamza bey, Fransa’ya istek üzerine kontratlı işçi olarak gelmiş, Montargis kentindeki kauçuk fabrikasında işbaşı yapmış. Bir yıl sonra da fabrikada işçi sendikasının temsilcisi olmuş. Birkaç yıl içinde Türkiye’ye dönmeyi düşünen Hamza Yıldız ve çocukları Türkiye’yi özlese de artık Fransa kültürüne alışmış vaziyetteler.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarım devam ediyoruz. Montargis şehrine gelen ilk Türklerden biri olan Hamza Yıldız bey kendisinin ve ailesinin yaşadıklarını özetleyecek.
Tansu Sarıtaylı- Hamza bey Fransa’ya ne zaman ve ne için geldiniz?
Hamza Yıldız- 1972’de geldim Fransa’ya geldim. Fakat öncesinde Türkiye’de de göç etmiştim. Şanlıurfa Siverek’ten Malatya’ya taşınmıştım. Malatya’da ticaret yapıyordum. İşim yürümeyince, bacım bana “Avrupa’ya istek yapıyorlar, istek olsa sen de gider misin” diye sordu. O zamanlar petrol krizi çıkmamıştı, Avrupa’ya gelmek serbestti. Birkaç ay sonra bir fabrikada çalışmak üzere istek yazım geldi.
Tansu Sarıtaylı- Ne fabrikasına?
Hamza Yıldız- Kauçuk fabrikasına. Sanırım tarih 3 Nisan 1972 olacak. O zamanlar Montargis şehrindeki Türklerin çoğu o fabrikada çalışırdı.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’ya çabuk alışabildiniz mi, ilk geldiğiniz yıllarda zorlandınız mı?
Hamza Yıldız- Muhakkak ki zorlanıyor insan. Fakat ben birinci yılda fabrikada işçi sendikası temsilcisi oldum. Ondan sonra durmadan çalışanlarla ve sendikanın ileri gelenleriyle ilişkiye geçtim. Hatta kendi kendimle ilişkiye geçtim. Yani kendimi geliştirmek için ne yapabileceğimi düşündüm. Bu ülkenin dili öğrenmeye çalıştım, okudum. Peşinden çocuklar okula gitti, zaten çocuklar anaokulundan başladı.
İlk başta üç yılda bir Türkiye’ye tatile gidebiliyordum. Rahmetli babama diyordum ki “Bir dahaki sever temelli geleceğim.” Halbuki çocuklar burada okuyunca o dediğin, hayal ettiğin gibi olmuyor. Çocuklar büyüdükçe ben Türkiye’ye nasıl dönebilirim ki diye düşündüm. Yani çocukları hangi lisede nasıl okutacağım. Bu zorluklar içinde ne Türkiye’den ne Fransa’dan kopabildik.
Tansu Sarıtaylı- Peki geldiğiniz yıllarda Türkiye’de olup da burada bulamadığınız bir şeyin özlemini çektiniz mi?
Hamza Yıldız- Burada toplumun hepsi benzer hasreti, özlemi çekiyordu. Mesela hiç unutmam vatandaşlar Almanya’ya gidip oradan video veya müzik kaseti getiriyordu. Türkçe öğrenmek için veya çocuklar için. Hatta bir ara benim çocuklarım da buna el attı. Baktılar vatandaşların talebi var, onlar yapmayı öğrendi. Tatil zamanlarında televizyon için çanak anten kuruyorlardı. Böylece Türk kanallarını izleyebiliyorlardı. Fransız kanallarında Türkçe yoktu. Türk dili yoktu. Bir yandan Fransızca öğreniyorduk diğer yandan Türk çocukları Türkçe öğrensin diye uğraşıyorduk.
Tansu Sarıtaylı- Doğru dediniz o zamanlar öyleydi. Hamza bey siz Fransa’ya ilk geldiğiniz yıllarda burada fazla Türk yoktu. O yıllarda Fransızlar Türkleri tanıyor muydu? Türklere bakışları nasıldı?
Hamza Yıldız- Fransızların yabancılara ayrı bir bakış vardı ama ekseriyetle Mağrip ülkelerinden (Kuzey Afrika’dan) gelenler yüzünden bir tavır oluşmuştu. Bizleri de bir yerde yavaş yavaş o kefeye koyuyorlardı, zamanla alıştılar.
Tansu Sarıtaylı- Türkleri diğer göçmen kökenlilerden ayrı mı tutmaya başladılar?
Hamza Yıldız- Bir noktada Türkleri diğer toplumlardan ayrı tutuyorlar. Bununla ilgili bir anım var. Bir gün kaymakamlıktan bir telefon geldi. Valilikte bir toplantı olduğunu, Müslüman toplumunu temsil eden birini istediklerini söylediler. “Kaymakam, Vali beye sizi tekli ediyor, gider misiniz” diye sordular. Halbuki bu konuda bölge temsilcisi vardır. Ama ben giderim dedim. Anladım ki Türk toplumunu kabullenmişler. Yani Türkler uyum sağlamış ki böyle bir davet geliyor.
Tansu Sarıtaylı- Türk toplumunun uyum sağlamasının kabul gördüğünü mü söylüyorsunuz?
Hamza Yıldız- Şöyle anlatayım. Aynı kaymakam, dernek için beni yine çağırdı. O zaman Dernek Başkanı Harun Yılmaz ve Musa da vardı. Arkadaşlarla oturduk, kaymakam sordu. Derneğin ne zaman ve ne için kurulduğunu anlatmamızı istedi. “Derneği 1976 yılında ben kurdum. Amacımız entegre olmak, vatandaşlarımız Fransız toplumuna uyum sağlasınlar ama asimile olmasınlar istedik” dedim. Entegrasyon ne diye sorunca, “Bana sormayın, ben entegrasyonun ne olduğunu bilen biriyim. Ben Kürt kökenliyim. Kendi ülkemde entegre olmak istedim, asimile olmak istemedim. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, buraya geldiğimde de aynı şeyi düşündüm” dedim. “Buraya gelen Türklerin uyum sağlamasından yanayız ama asimile olmasınlar” diye konuştum.
Bana göre, Türk toplumu diğer toplumlara nazaran kendilerini kabul ettirdiler. Yani entegre olabildik. Fakat o yıllarda farklı şeyler de yaşanıyordu. Hiç unutmam Fransa’ya ilk geldiğim yıllarda aşırı sağ parti lideri Jean Marie Le Pen’in meşhur bir sözü vardı. Bizim Türkler için değildi herhalde ama şöyle demişti “500 bin işsiz var, 1 milyon yabancı var. Yani yabancılar olmasa işsizlik olmaz.” Bu şekilde konuşarak propaganda yapıyordu.
Tansu Sarıtaylı- Hamza bey bir gün Türkiye’ye kesin yapmayı düşünüyor musunuz?
Hamza Yıldız- Nasıl döneyim? Hanım hasta. Türkiye’ye tatile gittim bundan 2 hafta evvel döndüm. 6 ay orada kalmışım. Psikiyatr doktor benim hanıma “Niçin Türkiye’ye gitmiyorsun” diye soruyor. Sürekli konuştukları için kendisi de öğrenmiş bazı durumları. “Türkiye’ye ziyarete gidiyoruz ama çocuklarımız Fransa’da, onları görmek için tekrar buraya dönüyoruz” deyince psikiyatr “Bunu tersine yapsanız olmaz mı? Siz Türkiye’ye gidin, buradaki çocuklarınız sizi oraya ziyaret etmeye gelsin” diye bir öneride bulundu.
Tansu Sarıtaylı- Evet öyle olamaz mı peki? Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Hamza Yıldız- Bilemiyorum. Türkiye’de altı ay kaldım ama her şey o kadar da kolay değil. Oraya da yabancılaşmışız. Yani kültürüne diline değil de günlük hayatta bazı şeyler zor. Hani çıkıyorsun dışarı artık yaş ilerlemiş, araba kullanmak, bazı yerlerde durmak, bazı şeyler almak, kolay olmuyor. Orada yabancısın burada yabancısın. Maalesef iki tarafta da öyle.
Tansu Sarıtaylı- Peki çocuklar dönmeyi düşünürler mi?
Hamza Yıldız- Ben dönemedim ki onlar dönsünler. Dönmezler. Çocuklarımdan biri 3 yıl rahmetli oldu.
Tansu Sarıtaylı- Başınız sağ olsun.
Hamza Yıldız- Siz sağ olun. Kendisi bilgisayar mühendisiydi, şirketi vardı. Bir gün geldi “Baba ben 15 günlüğüne Fas’a gidiyorum” çünkü şirketinin bir kısmı oradaydı. Fakat 15 saat sonra bir haber aldık ki kalp krizi geçirmiş, genç yaşta gitti. Diğerleri burada. Bir tane kızım da engelli, beraber yaşıyoruz. Ondan sonra 3 tane oğlum var ikisi ikizdir, üçü de bilgisayar mühendisi. Daha ileri derecede yüksek eğitim yaptılar. Biri Fransız kurumunda çalışıyor.
Tansu Sarıtaylı- İkizler ne yapıyor peki?
Hamza Yıldız- Onlar da bilgisayar mühendisi. İkizler üniversiteyi bitirdiklerinde bir tanıdık gelip bir iş imkanından bahsetti. Türkiye’de Carrefour açılıyordu. “Siz hem Türksünüz hem de Fransız. Sizi oraya götürelim” dediler. Çocuklar da yok demiş. Niye kabul etmediklerini de uyum meselesiyle açıklamışlar. “Oraya gelemeyiz, uyum sağlayamayız” demişler. Türkiye’ye uyumsuz değiller elbette, fakat buradaki uyumu oraya taşıyamıyorlar.
Tansu Sarıtaylı- Bu durumda olan çok var.
Hamza Yıldız- Uyum sağlayan da vardır ama bizimkiler uyum sorunu yüzünden burada kalmayı yeğlediler. Biri Bordeaux şehrinde bilgisayar mühendisidir, üst düzey memurdur. Diğeri de 10 yıldır İsviçre’de çalışıyordu. Oradaki iş bitti, oradan sonra bir bankanın bilgi işlem sistemini yönetiyor.
Tansu Sarıtaylı- İyi eğitimler alıp iyi işlere sahip olmuşlar. Onlar için neler düşünmüştünüz?
Hamza Yıldız- Ben onlar için hayal kuruyordum. Bir araya geleceğiz diye ev almadım. Ev alacağım zaman düşündüm ki ya boşuna niye hayal kuruyorum ki? Biri bir işte diğeri başka bir işte. Mesela Bordeaux kentinde olan tekrar İsviçre’ye gitmek istiyor. Çünkü İsviçre’de 10 yıl çalışmış, oraya alışmış, oradan vatandaşlık almak istiyor. Olmasa da Paris’e dönecek, kardeşinin yanına. Yani çocukların her biri bir tarafta.
Tansu Sarıtaylı- Peki Hamza bey, başka bir konuyu sormak istiyorum. Siz sendikacılık yaptınız. Hatta dernek kurdunuz. Hala Türk toplumuyla iç içesiniz. Fransa’daki Türk toplumunun geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Hamza Yıldız- Entegre olanlar için iyidir, onu kabullenmek lazım. Yani entegrasyon şarttır. Hani Türkiye’deki Arapların çoğu entegre olmadı, Afganlar veya Pakistanlılar olmadılar. Geleceğini yaşadığın ülkeye göre kuracaksın, uyumu sağlayacaksın. Biraz evvel bahsettim, büyük oğlumun çalıştığı yere mesela hem okula devam edip aynı zamanda çalışmak isteyenler geliyormuş, oğlum onları oraya kabul ediyor.
Oğlum iyi bir mevkide, 2000 çalışanı vardır. Oğlum bir gün bana dedi ki “Baba bana 5 tane yardımcı mühendis verdiler, yalnız ikisi mühendis. Biliyorsun Fransa’da mühendisin üstü yüksek mühendis var. Üç tanesi de yüksek okul, bir tane yardımcısı. Bu bir tane Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Fakat Türkiye’nin bundan haberi yoktur. Haber olsun diye demiyorum. Yani burada böyle yetişmiş çocuklarımız var.”
Tansu Sarıtaylı- Hamza bey bana ayırdığınız zaman için teşekkür ederim. Son verirken, acaba eklemek istediğiniz bir şey veya Fransa’da unutamadığınız bir anınız var mı?
Hamza Yıldız- Çok var. Ben buraya 1972’de geldim. Kıbrıs Harekatı döneminde (1974) arkadaşlarla toplandık, ordumuza destek olmak için para topladık. Onun akabinde yavaş yavaş dernekleşmeye gittik. 1976’da derneği kurduk. Derneğin 30 yılını, 40 yılını kutladık. Ben ayrıldım, beni onursal başkan ilan ettiler. Bakın bu gördüğünüz yeri yaptık. Burayı teslim ettiğimde 2.5 milyon Euro harcanmıştı. Büyükelçiler arasında nadir kişilerden biridir Tahsin Burcuoğlu, siz de tanırsınız, beni kırmadı beraber geldik, burayı görünce çok memnun oldu, çok da yardımcı oldu.
Ayrıca bir sivil toplum örgütü olan TÜRYAK Yaşlılık Konseyi Derneği bana 2017 yılında ‘örnek kıdemli vatandaş ödülü’ verdi. Benden başka Paris’te Anadolu Kültür Derneği Başkanı Kardiyolog Doktor Demir Fıtrat Önger beye, ikimize verilmişti. Sonra Yurtdışı Vatandaşlar Danışma Kurulu üyeliğine Fransa’dan seçilen delege bendim. Elimden geldiği kadar ülkemi tanıtmak için çabaladım.
Dediğim gibi, burada sendikacıydım. Çalıştığım iş yeri sendikasında yıllarca sendika sekreteri oldum. Kurduğumuz derneğimizi çalıştırdık, derneğimiz aktif durumda. Fransa’da göçmen kökenli dernekler arasında Strazburg’dan sonra en büyük ikinci dernek konumundaydık. İşte görüyorsunuz eski yerimizde imkan yoktur, 10 tane araba park edemezdik. Burasını almıştık, karşısındaki yeri de aldık. Burası külliye olacaktı. Maalesef bugüne kadar yapamadılar.
Maalesef diyorum çünkü biz onu hak ediyoruz, kendimizi kabul ettirmek için yalnız cami olarak değil, külleye olarak kendinizi göstermelisiniz. Külleye olduğu zaman gelecekler, bizim kültürümüzü orada görecekler. Şu karşıda gördüğünüz yeşil yer de de bizimdir. Düğün salonu yapalım diyorlar. Aslında o değil, ‘kültür merkezi’ olacaktı. Bütün dernekler orada konuşlanacak, Bunu yapabilsek iyidir. Fakat ben bu yaştan sonra artık hiçbir şeyi düşünmüyorum. Yani keşke şunu yapsam keşke bunu yapsam demiyorum. Keşke bazıları bir şeyler yapsa, keşke burası daha iyi olsa.
Tansu Sarıtaylı- Sizin yaptıklarınızın onda birini gelecek nesil yapsa başımızın üzerinde yeri var.
Hamza Yıldız- Yaparlar, yapıyorlar, inşallah daha iyisini yaparlar. Hatta buradan bir Türk niçin belediye başkanı olmasın. Arkadaşım Musa Öztürk belediye başkan yardımcısı. Ondan sonra bir başkası da bir yere Türk belediye başkanı olabilir. Çünkü bu olduğu zaman kendini kabul ettiriyorsun. Biz Türküz, bu ülkeye Fransızlaşmadan entegre olmuşuz. Fransız değil, Fransız Türküz. Buranın kanunlarına uyalım, kültürüne riayet edelim, onlar da bizi kabullensinler, saygı göstersinler. ‘Yabancılar’ denildiğinde benim ağrıma gidiyor.
Yıllar önce Orleans şehrinde sendikanın bir toplantısı vardı. Herhalde bir müfettiş vardı o “Bu yabancılar” diye bir ifade kullandı. Ben de hemen yerimden kalktım dışarı çıktım. Biz ‘yabancılar’ olarak değil buraya ‘çalışanlar’ olarak gelmişiz. Hakları savunmak gerek.
Tansu Sarıtaylı- Evet Hamza bey bunların hepsi önemli konular. Zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ediyorum.
Hamza Yıldız- Anlatacak çok şey var, en az bir gün lazım. Ben teşekkür ederim.