Türkiye’de Memurluğu bırakıp Fransa’ya geldi. havaalanında 37,5 yıl çalışıp emekli oldu. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımızı sürdürüyoruz. Bugün 1970 yılında Chrysler otomobil fabrikasında çalışmak üzere Fransa’ya gelen Nazmi Baltacı konuğumuz.
Nazmi bey, otomobil fabrikasındaki ağır çalışma şartlarını beğenmediği için havaalanında çalışmaya başlamış ve oradan emekli olmuş. Şimdi yaşamını Paris’te sürdüren Baltacı, “Fransa’ya geldiğim için çok memnunum, bu sayede çocuklarımı okutma şansım doğdu” diyor.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajları sürdürüyoruz bugün de Nazmi Baltacı bey ile birlikteyiz. Fransa’ya 55 yıl evvel gelmiş olan Nazmi bey Fransa’daki yaşantısını bize özetleyecek.
Tansu Sarıtaylı- Nazım bey Fransa’ya ne zaman ve neden geldiniz?
Nazmi Baltacı- Fransa’ya 1970 yılının 11’inci ayında geldim. Türkiye’de TEKEL’de memurdum. Tabii ki daha iyi duruma geçmek için geldim. Çocuklarıma iyi bir istikbal hazırlayabilmek daha iyi duruma gelebilmek ve rahat bir hayat yaşamak için geldim.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya geldiğinizde nelerde zorlandınız?
Nazmi Baltacı- Komşuluk mevzusunda, arkadaşlık konusunda zorlandım. Çünkü lisanımız yok. Dil bilmeyince her şey daha zor oluyor. İlk yaptığım iş Fransızca öğrenmek için okula gitmek oldu.
Tansu Sarıtaylı- Peki iş hayatı nasıldı? İlk başladığınız yer nasıldı?
Nazmi Baltacı- Ben Fransa’da Chrysler otomobil fabrikasına gelmiştim. Bizi getiren Mösyö Şişmanyan isimli Ermeni bir vatandaştı. Bir süre sonra Şişmanyan’a “Ben dönmek istiyorum” dedim.
Tansu Sarıtaylı- Neden dönmek istediniz?
Nazmi Baltacı- Otomobil fabrikasındaki iş çok ağırdı. Şişmanyan’a “Bu iş benim için çok ağır. Her gün ter döküyoruz. Ama bantta çalışanlara baktığımızda hiç Fransız olmadığını görüyoruz. Kontrol şefi dahi yabancı. Çoğu işçi Kuzey Afrikalı, bir de Türk işçiler. Fabrikada 3.000 kişi çalışıyor, çalışma hayatımız koşturmakla geçiyor. İnsan üstü bir güç sarfetmek gerekiyor” dedim. Dev gibi pres makinaları vardı, hatta iki katlı makinelerde çalışıyoruz, kontrol şefi başımıza dikiliyor ve hep aynı söz ‘çabuk çabuk’ diyor. Böyle bir ortamda çalışıyoruz, eve gidiyoruz çamaşırlarınızı değiştirmeniz lazım. Çünkü ter içinde kalıyoruz. Çamaşırları yıkayacaksın, kuruyacak, ertesi gün tekrar giyeceksin. Ondan sonra tekrar iş tekrar iş.
O ağır şartlar sebebiyle “Burası beni ezer, ben dönmek istiyorum” dedim. Zaten Mösyö Şişmanyan Fransa’ya gelirken bana “Sen Türkiye’de memuriyetten ayrılıp Avrupa’da işçilik yapamazsın” demişti. Ben de ona denemek istiyorum deyince, ‘iyi gel o zaman’ diye cevap vermişti. Fakat geldiğimde şartların ne kadar ağır ve kötü olduğunu gördüm. Avrupalıların yapmadığı işleri yabancılar yapıyor, ağır ve tehlikeli işlerde kötü şartlarda çalışıyorlardı. Hatta iş verirken bile emirle söylüyorlardı. Yani ‘lütfen şunu yapar mısın’ gibi bir sözü hiç duymadım. Yapacaksın, gerekirse mesaiye kalacaksın diyorlardı.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransızca öğrenmek için bir imkan var mıydı?
Nazmi Baltacı- Orada emekli bir öğretmen vardı, Mustafa bey. O bize öğretmenlik yapıp, Fransızca öğrenmemizi sağladı. Bu arada fabrikada çalışan diğer Türkler için de bir kurs ayarladı. Frannsızca alfabeden giriş yaptık, biraz öğrendim. Ondan sonra dil okuluna gittim. Alliance Française vesaire derken lisanı kavradım. Fakat o ağır şartlar altında çalıştığım otomobil fabrikasından iki buçuk yıl sonra çıktım. Oradan çıktıktan sonra havaalanında iş buldum, emekli olana kadar da havaalanında çalıştım.
Tansu Sarıtaylı- Havaalanındaki işiniz nasıldı?
Nazmi Baltacı- Havaalanında çok memnun olarak 37,5 yıl çalıştım. Ortam ve iş arkadaşlarım çok iyiydi. Ben işçi olarak değil kadrolu eleman olarak çalıştım. Hatta birçok vatandaşımızın da havaalanında işe başlamasını sağladım.
İtalyan asıllı şefimiz Albertini çok iyi bir insandı, beni de çok severdi. Çünkü işime dikkat ediyordum, özenle yapıyordum. Yapılacak işlerin listesini hazırlıyordum ve onların kontrolünü de yapıyordum. Ayrıca arkadaşlarıma da bakıp onların bitiremediği bir iş kaldıysa onlara da yardım ediyordum. Hatta stajyerlerle meşgul oluyordum. Albertini bu bakımdan beni seviyordu. Bu şartlar altında birçok vatandaşımızı da burada işe yerleştirdim. Bizim emsaller emekli olduk. Şimdi onların çocukları benim çalıştığım yerlerde çalışıyor.
Tansu Sarıtaylı- Peki hem otomobil fabrikasında hem de havaalanında çalışmış biri olarak iş koşullarını karşılaştırabilir misiniz?
Nazmi Baltacı- Fabrikalarda çalışma şartları çok zor, bence fabrikaların hepsi aynı, Citroen araba fabrikası da öyleydi zordu. Havaalanına işe girmeden uçak fabrikasına gittim, Saint Germain’deki fabrikayı gördüm beğenmedim. Az çok lisan öğrenmiştim. Bu uçak fabrikasında çalışan yabancılar yani göçmen işçilerin çalışmalarını gördüm. Yabancı işçiler asitle şekillendirilen parçalar üzerinde çalışıyordu. İçeride ağır bir asit kokusu vardı, insanın gözleri yaşarıyordu. Bu fabrika benim çalıştığım Chrysler otomobil fabrikasından çok daha tehlikeliydi. Anladım ki yabancılara rahat iş yok. Çünkü Avrupalının yapmadığı işleri yaptırıyorlar. Belki ücreti dolduğunda ama diğer işyerlerinden iki üç kat daha fazla ve ağır şartlarda çalışıyorsun. Hem de sağlığını tahdit eden ağır şartlar içinde. Para kazanıyorsun ama sağlık elden gidiyor. Kaynayan asit tankları içinde parçalar kaç milim incelecek, orada çeliğe şekil veriyorlar, oradan çıkarın indiren, kaldıran hep yabancı işçiler.
Tansu Sarıtaylı- Peki Nazmi bey, geldiğiniz ilk yıllarda Fransızların Türklere bakışı nasıldı?
Nazmi Baltacı- Beyefendi kişilerdi, çok güzel insanlardı Fransızlar. Benim anladığım kadarıyla Fransızlar az konuşur, çok dinlemeyi tercih eden bir topluluk. Söze girerken de müsaade ister “Müsaade ederseniz bu konuda ben de şu açıklamayı yapmak istiyorum” derler. Yani başkası konuşurken onun sözünü kesmek gibi bir usulleri yoktur. Bir de dedikoduları yok. Halk arasında sakin insanlar olduklarını gördüm, kavga edeni görmedim. 37,5 sene aynı yerde çalıştım, bir Fransız’ın başka bir Fransız ile kavga ettiğini hiç görmedim. Bu bir kültür meselesi anlaşılan. Tabi açık konuşayım, bu benim hoşuma gidiyor.
Tansu Sarıtaylı- O yıllarda öyleydi, peki şimdi Türklere bakışları nasıl?
Nazmi Baltacı- Bu konuda bir örnek vereyim. Benim komiser bir Fransız komşum var. Ona “Yabancılar arasında hangi millet Fransa’ya daha uyumlu yaşıyor?” diye sordum. Komiser komşum, “Fransızlardan sonra Türkleri tercih ediyoruz. Çünkü Türkler, yasa dışı olaylara en az karışan millet. Kriminal olaylarda en düşük seviyede olanlar onlar. Fransa’da en gerilimli toplum ise Afrikalılar. Onlarda şiddet ve agresiflik çok yüksek. Türkler için daha olumlu düşünüyoruz, onlar uyum sağlayan insanlar. Türklerin Fransız komşuları var Fransız arkadaşları var. Çıkan olaylar içinde Türklerin payı çok düşük” diye cevap verdi.
Zaten Türk toplumu yasa dışı olaylara karışmamak, yardım sever olmak, komşusuna yardımcı olmak gibi şeyler öğrendik, atadan dededen öyle gördük. Ama şimdi değişti. Neden değişti diye sorarsanız bu değişikliği getiren yine yabancılar. Çünkü yabancılar kanunlara riayet etmez, trafikte ehliyetsiz araba bile kullanır. Tercümanlık görevine gittiğim için birçok olaya şahit oldum. Mesela ehliyeti olmayan genç çocuğun birisi, babasının ehliyetini almış, Fransız bir ailenin arabasına tabir yerindeyse göbekten çarpmış. Arabada bulunan çocuk ve annesi de yaralanmış. Gel çık işin içinden. Tercümanlık için çağırdılar. Baktım kazayı yapan çocuğu iyice bir eskitmişler, yani karakolda fena şekilde ezilmiş. Polise sordum bu çocuk neden bu vaziyette? Kazaya sebep olmuş olabilir ama daha 16-17 yaşında bir çocuk dedim. Komiser de bana “Çok sarhoştu, geldiğinde ayakları dolandı, merdivendin yuvarlandı. Yoksa bizde dayak diye bir olay yok” diye cevap verdi. Bana inandırıcı gelmedi ama çocuğa da soramadım. Belki böyle hadiseler çok olunca Fransız polisinin tutumu değişiyordur.
Tansu Sarıtaylı- Nazmi bey ömrünüzün 55 yılı Fransa’da geçmiş. Kültür olarak Türk kültürüne mi Fransız kültürüne mi yakınsınız?
Nazmi Baltacı- Türk kültürüne yakınım. Fransız kültüründen alınacak çok örnekler oldu. Yani aldığım tarafları da oldu. Mesela dinlemesini bizden daha iyi biliyorlar. Sakinler, kavgacı değiller. Misal olarak veriyorum bir deli sokağa çıksın 5 veya 6 Fransızı kovalasın. Ona karşılık vermezler, ancak polise gidip şikayet ederler. Yani deliye uyup ona karşılık vermezler delinin durumuna düşmezler. Ya biz Türkler öyle miyiz? Biz Türkler hemen karşılık veririz öyle değil mi? Kabadayılık taslayana kabadayı gibi davranıp ona onun anlayacağı dilden cevabını vermeye çalışırız. Fransızlar bunu asla yapmaz, yapanı da kabul etmiyorlar. Haklarını yasal yoldan arıyorlar. Delinin muhatabı olmak istemiyorlar, gergin insanlarla muhatap olmak istemiyorlar.
Fransızlar mesafe koymasını çok iyi biliyorlar. Fransızların komşulukları da mesafelidir, hatta yok denecek kadardır. Biz Türklerde bildiğimiz komşuluk anlayışını göremezsiniz. Sarmaş dolaş diye bir olay yok.
Tansu Sarıtaylı- Fransızlar komşulukta da mesafelidir dediniz. Peki buna bir örnek verebilir misiniz?
Nazmi Baltacı- Tabi. Benim komşum vardı, Picard. Komşularıyla pek fazla arkadaşlığı yoktu. Bir gün ona neden böyle soğuk durduğunu sordum. “Herkesle arkadaşlık yaparsan başın dertten kurtulmaz” diye cevap verdi. “Herkesle arkadaşlık komşuluk olmaz, seninle komşuyuz, iyiyiz ama bu iyiliğin payı biraz senden biraz benden” diye ekledi.
Tansu Sarıtaylı- Peki komşularınızla ilgili ilginç bir anınız oldu mu?
Nazmi Baltacı- Evet. Bir gün komşumun evine hırsızlar girdi. Komşum da mühendis, evinin içinde bir sürü teknik araç ve malzeme var. Hırsızlar hepsini çalıp çıktılar. Bizim çocuklar da gürültüyü duymuş, komşuyuz ya hırsızları durdurmak istemişler. Aşağı inip hırsızları kovalamışlar. Daha sonra komşum geldi, bize şöyle dedi “Ne gerek vardı? Sizin çocuklar niye o hırsızlarla kavgaya giriştiler ki? Hiç gereği yoktu. Benim evimin sigortası var, sigorta şirketi zararımı karşılar. Ya sizin çocuklardan birisi yaralasalardı ne olacaktı? Çünkü hırsızlar kesici alet taşıyor, silahları bile var. Ben eşkıya ile uğraşmam, evimin zararını sigortadan telafi edeceğim.”
Tansu Sarıtaylı- Peki Nazmi bey, biraz da Türkiye’den bahsedelim. Türkiye’ye tatile gittiğiniz zaman Avrupa’dan geldiğiniz için size yanlış davranıyorlar mı?
Nazmi Baltacı- Hiç karşılaşmadım. Muhatabıma göre davranırım. Öyle bozuk ortamlara girmem. Yalnız bir kere İstanbul Sarıyer’de bana yönelik değil de burada birlikte çalıştığım iş arkadaşlarıma yönelik olumsuz bir olay oldu. Havaalanında birlikte çalıştığım Fransız iş arkadaşlarımı davet ettim. Onları yemeğe götürdüm. Hepimiz Fransızca konuşuyoruz, yanımda da oğlum var. Hesap istedim. Hesap geldi ama çok şişkin, iki katı fiyat yazmışlar. Garsonu çağırdım, “Lütfen şefini çağırır mısın” dedim. Birisi geldim, meğer patronmuş. “İtirazınız nedir” dedi. “Bir bu hesaba bak bir de tarifene bak” dedim. Kart farkı var dedi. “Onları bırak, hesabı düşür öyle getir” dedim. Hesabı düşürdü. Yani anlaşılan Türkiye’de, yabancı müşteri geldiğinde daha kabarık hesap yazıyorlar.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz?
Nazmi Baltacı- Memnunum. Çünkü Fransa’da çocuklarımı okuttum, üniversiteyi burada bitirdiler, burada görev aldılar. Biz eziyet çektik ama benim çocuklarım eziyet çekmiyor. Burada çok büyük iyilik gördüğümü söyleyebilirim. Ben Türkiye şartlarında o memuriyet görevimde kalsaydım çocuklarımı okutabilir miydim okutamaz mıydım bilmiyorum. Fransa’da çalıştık, kazandık, burada yedik içtik, burada ve Türkiye’de bazı yatırımlar yaptık.
Tansu Sarıtaylı- Peki bir gün Türkiye’ye dönüp orada yaşamayı düşünüyor musunuz?
Nazmi Baltacı- Yılın yarısını Türkiye’de, yarısını da Fransa’da geçiriyorum. Çifte vatandaş konumundayım.
Tansu Sarıtaylı- Orada en çok neyden memnunsunuz?
Nazmi Baltacı- Türkiye’de komşuluk olayları çok güzel, Türkiye’de komşuluk var. Çok güzel ikram var, davet var misafirlik var. Keşke bu güzel geleneklerimizi Fransa’da da yaşayabilsek. Benzeri bir misafirperverlik olayı Fransa’da da olsun diye bir girişimde bulundum.
Tansu Sarıtaylı- Misafirlik geleneği için girişimde mi bulundunuz?
Nazmi Baltacı- Yani Türkiye’de geleneksel misafirperverlik olayını burada da başlatmak için Goussainville Belediye Reisi ile görüştüm. Belediye Başkanı Élisabeth Hermanville’e dedim ki “Bir eksiğimiz var biliyor musun? Komşuluğunuz yok ikramınız yok. Sade tatlı dil güler yüzle bu olmuyor. Gelin bir komşuluk haftası yapalım. Sokaklardan birine masalar kurup insanları davet edelim.” Bu dediğimizi de yaptık. Yemekleri yaptık, masaları donattık. Bu davetimiz karşılıksız kalmadı. Yalnız bizim yaptığımız bu organizasyona üç Fransız aile geldi, diğer gelenlerin çoğu yabancılar. Fransızlar komşuluğu benimsemiyor??????? nedense. Başkan Élisabeth Hermanville, bana “Fransız vatandaşlarından gelen yok çok mahcup oldum” dedi. “Lütfen mahcup olmayın, deneyip devam edelim, yavaş yavaş komşuluk anlayışını Fransızlara verelim. Bu geleneği yavaş yavaş yerleştirelim” dedim. Bizde bir atasözü vardır, “Damlaya damlaya göl olur” derler. Böyle başlamak gerektiğini söyledim. Çok hanımefendi bir kişiydi, yaşadığımız Goussainville kasabasını her yönüyle geliştiren bir belediye reisiydi.
Tansu Sarıtaylı- Peki sizin çocuklar Türkiye’ye gidip orada yaşamayı düşünürler mi?
Nazmi Baltacı- Düşünürler. Büyük oğlum emekli olduktan sonra Türkiye’ye yerleşecek. Zaten orada da mülkleri var. Burada da evleri var. Türkiye’ye temelli gidecek olurlarsa buradaki evlerini satıp sermaye yapabilirler.
Tansu Sarıtaylı- Torunlar gidip yerleşir mi Türkiye’ye?
Nazmi Baltacı- Torunlar biraz müşkülatlı olabilir. Çünkü onlar burada doğdu, burada yetişti. Burada ailenin verdiği kültürün geleneğin iki kat fazlasını Fransızlar burada çocuklara veriyorlar, toplum veriyor, sokak veriyor, okullar veriyor. Yani torunlar tamamen bizim gibi düşünmeyebiliyorlar. Bunu da normal karşılıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Normal karşılamanızın sebebi nedir?
Nazmi Baltacı- Çünkü aile ne kadar verirse versin burada verilen kültür ağırlığın hissettiriyor. Burada büyüyen çocukların iki farklı kültürü oluyor. Nihayetinde ailede Türk kültürünü versek de alfabeden üniversiteye kadar Fransız kültürü içinde yetişiyorlar. Dolayısıyla burayı benimsemiş oluyorlar. Yani burada büyüyenler Fransa’yı kendi vatanı olarak benimsiyor. Mesela bizim çocuklar tatillerini genelde Fransa içinde yapıyorlar. Marsilya’ya, Nice’e gidiyorlar. Artık istedikleri yerde tatil yapıyorlar. Tabi Türkiye’ye gittikleri zaman bizim sahillere hayran kalıyorlar. İstanbul’un Boğaziçi’ne İzmir’e, Bursa’ya bayılıyorlar. Türkiye’nin havası çocuklarımıza yarıyor.
Tansu Sarıtaylı- Nazmi bey bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Yaptığım diğer röportajlardaki gibi size de sormak istiyorum, acaba unutamadığınız bir anınız var mı?
Nazmi Baltacı- Fransa ile ilgili anılarımız var. Birini anlatayım. Ben havaalanında çalıştığım zaman, patronumuz yabancı çalışanlara ‘yabancı’ gözüyle bakmayan bir insandı. Hilton Otelinde Fransız denizaşırı ülke vatandaşları da bizimle beraber çalışıyorlardı. Tabi onlar Fransız vatandaşı, onlar bizim patrona bayram yapma teklifinde bulundular, patron bunu kabul etti. Gala gibi müzikli danslı yemeli içmeli bir etkinlik düzenlendi. Salondaki hava güzeldi. Büyük oğlum da benimle gelmek istedi, birlikte gittik. Müzik eşliğinde oturuyoruz, benim çocuk “Baba sen hep oturuyorsun, arkadaşların geliyor, dansa kaldırma istiyor” dedi. Oğluma, ben kalkarsam sen de kalkar mısın dedim. Evet deyince birlikte dans ettik eğlendik. Hep birlikte yedik içtik. Bir ara Fransız kadın geldi “Ben Türkçe şarkı biliyorum” dedi. “Buyur söyle dinleyelim” dedim. Fransız kadın başladı söylemeye, “Dere boyunda saz olur sevilen de çok naz olur…”, bu türküyü uzatarak ve alaylı bir şekilde küçümseyerek söyledi. Dönüp bana “Beğendin mi” diye sordu.
Ben de şöyle karşılık verdim: “Evet. Sizin Fransız müziğinin havaları bizden daha ağır, isterseniz ben de size Fransız şarkısı söyleyeyim.” Tuttum ona bir Fransız şarkı söyledim, onun gibi uzatarak ona cevap verdim. Tabi kadın buna içerledi. Bana “Sen Fransa’da yaşıyorsun, kritik yapıyorsun” dedi. Bu söz üzerine ben de “Bana bu ipucunu sen açıp verdin. Sen benim müziğime böyle uzun bozuk melodi verdin. O okuduğun şarkı öyle değil” dedim. “Sen kritik yapıyorsun” diye diretti. “Sizdeki uzun havayı ben de sana okudum. Başka bir şey yok. Ben sana darılmadım, sen de bana darılma. Üzdüysem özür dilerim madam” dedim. “Tamam özrünü kabul ediyorum mu mevzuyu bırakalım” dedi. “Sen başlattın” dedim.
Tansu Sarıtaylı- Çok teşekkür ederim.
Nazmi Baltacı- Rica ederim.