Yurtdışında yarım yüzyıldır yaşayan Türkler ile yaptığımız röportajlar devam ediyor. Bugün sizlere tanıtacağım yarım asırı çoktan aşmış 63 yıldır Paris’te yaşayan Kardiyolog Dr. Demir Fıtrat Onger’i tanıtmaya çalışacağım. Buyrun, kendi ağzından Dr. Onger’in Paris’e geliş macerası, ” İstanbul Sirkeci’de 1961 yılında bindiğim trenle 3 gün yolculuk yaptıktan Paris’in Gare de Lyon tren garına indim, ben biraz şanslıydım İstanbul’da beni İstanbul’da okuduğum Fransız okulundaki öğretmenimin aile yakınları karşıladı ve tıp okuyacağım okulun yakınındaki bir otele yerleştirdiler. Ahh işte o günleri dün gibi hatırlarım ‘diyor Dr. Onger.
Paris’te tıp okumaya geldim, geliş o geliş 63 yıldır Fransa’dayım. Türkiye kendisini anlatamayınca saha başkalarına kaldı. Yurtdışında yarım yüzyıldır yaşayan Türkler ile yaptığımız röportajlar devam ediyor. Bugün sizlere tanıtacağım kişi 63 yıldır Paris’te yaşayan Kardiyolog Dr. Demir Fıtrat Onger. Anadolu Kültür Merkezi’nin kurucusu olan Dr. Onger, ‘gurbetçi’ işçilerden önce geldiği Fransa’da kültürel ve siyasi atmosferdeki değişimi ve iletişimde yaşanan problemlerin doğurduğu sonuçları anlattı.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya ne zaman geldiniz?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Fransa’ya 1961’de geldim. Türkiye’de ortaokulu Saint Michel’de daha sonra Fransız Lisesi Saint Benoit’yi bitirdim. Hedefim Paris’te tıp tahsili yapmaktı. Fakat ilk zamanlarda bazı problemler oldu. O yıllarda talebe dövizi diye bir şey vardı, resmi döviz kurundan daha azdı. Bu talebe dövizini almak için Ankara’da imtihana girmek gerekiyordu. İmtihana girenlerin bir kısmının hasta bir kısmı yaşlı olduğunu gördüm. O partide 70 kişiye verilecekti. 300 kişi içinde 35’nci olarak imtihanı kazandım. O zaman ailem de ayda 680 Frank yolluyordu.
Ben Paris’i o zamanlar çok bir mühim bir şehir olarak görüyordum. İdeallerimiz olan bir şehirdi. Fransa’ya gelebilmek için 8 yaşımdan beri Fransız dili ve Fransız kültürüyle yetiştirildim. O zamanlar Sirkeci’den Paris’e tren vardı. Ancak lüks tren değil, trende yiyecek içecek yok. Yiyeceğini istif edip iki gece üç gün yolculuk yapıyorsunuz.
Sirkeci’den trene bindik. Üç gün sonra Paris’teki Gare de Lyon tren garında indik. Trenden indiğimde, Saint Benoit’dan hocam rahmetli Andre Düchmen’in ailesi karşıladı beni. Oturdukları evin karşısındaki Famille Oteli’nde bana yer ayırtmışlardı, Jussy Üniversite’nin de karşısındaydı.
Takvim 15 Eylül’ü geçmişti. Ben, Türkiye’de olduğu gibi üniversitelerin 1 Ekim’de açılacağını zannediyordum. Fakat Fransa’da çoktan açılmıştı. Tek başıma oradan oraya koşturup kaydımı yaptırdım. O zamanlar tıp tahsili için önce bilim fakültesinde fizik kimya biyoloji sertifikası alıp daha sonra tıp fakültesine yazılabiliyordunuz. Bu da Jussy’deydi. Bu arada hem otelde oturup hem okumak imkanı yoktu, onun için İstanbul Saint Benoit’daki frerlerin (arkadaşların???) aracılığıyla Site Üniversiteler’de Arts et Métiers pavyonunda yer (yurt) bulduk. Onların aracılığıyla yerleştim. Diyeceksiniz ki orada Türk pavyonu (Türk evi veya yurdu) yok muydu? Maalesef Türk pavyonun yerinde Ermeni pavyonu vardı. Çünkü zamanında bu pavyon için yollanan para, zamanın Paris Büyükelçisi Numan Menemencioğlu’nun Monaco’da kaybettiği kumar parasına gitmiş ve yerimiz Ermenilere verilmişti. Bugün de maalesef girişimlere rağmen site üniversitelerde bütün ülkelerin pavyonu var Türk pavyonu yok.
Neyse, okula kaydımı yaptım. Fakat tıp fakültesi değil, bu fakülte siyasal. Oraya gidip gelmeye başladım. En başta edebiyat mezunuydum, tıp için çok çalışmam lazımdı. Aylarca Paris’in sağ yakasına dahi geçmedim. Otobüse binip Site Üniversiteler’den Jussy’e gidiyor, Jussy’den de otobüste geri dönüyordum. Öyle bir çalışıyordum ki yılbaşını falan unuttum. Bir akşam dışarı çıktık, o zaman Suriyeli bir arkadaşım vardı, o da tıp tahsili yapıyordu. O arkadaşım Site Üniversiteler’deki Maison de Provence’de France kalıyordu. Biz yurttan çıktık, yahu dedik bir gürültü patırtı var ne oluyor? Meğer yılbaşıymış. Kendimizi o kadar derslere, okumaya vermişiz yani. Orada okul sertifikasını aldıktan sonra tıp fakültesine yazıldım.
Tansu Sarıtaylı- O Fransa’da ortam biraz gergindi. Siz neler gördünüz?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Ben Paris’e geldiğimde Fransa’da bazı askeri tedbirler uygulanıyordu. Biliyorsunuz 1958’de Cezayir’de Fransız generallerin bir darbe girişimi olmuştu. Ben Paris’e geldiğimde şehir geceleri karanlık olurdu, karartma uygulanırdı. Karakolların önünde kum torbaları ve makinalı tüfekle bekleyen askerler vardı. Çünkü o zaman gizli ordu teşkilatı vardı. Bombalar patlıyordu, büyük bir korku havası vardı. 1961’de de durum böyleydi.
Tansu Sarıtaylı- Paris’te ilk aylarınız nasıl geçti?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Paris’te yaşamaya başladığımda ilk altı ay ‘merhaba’ diyecek birini bulamadım. Sadece sınıf arkadaşları vardı. Kaldığım ev Fransızların ‘Ghazzal’ dediği yani prodüktivite çalışan mühendislerin okulunda izole kaldım. Fakat yalnız yaşamaya alışmış olduğumdan o durum beni fazla etkilemedi.
Bu arada derslere çalışırken, dikkatimi çeken şeylerden biri de o sırada Fransa’da Türkiye’yi tanıyan hatta Türkiye’nin nerede olduğunu dahi bilen pek kimse yoktu. Çünkü 1. Dünya Savaşı’ndan sonra iletişim anlamında hiçbir şey yapılmamış. Atatürk döneminden sonra iletişim açısından tamamen geri kalmışız. O sırada bizim buradaki resmi makamlarda, büyükelçilikte, konsoloslukta da eksiklik vardı. Konsolosluğumuz 170 Bulvar Haussman’da. Oraya bazı kağıt işleri için gittiğimde şahit olduğum bir durumu anlatayım: Baktım bir tane Türk gelmiş, Fransızcası yok. Yalnız konsolosluktaki sekreter hanım Fransız. Fakat o hanım bizim Türk’ü haşlıyor. Ben bu durumdan çok rahatsız oldum ve “Burası Türk konsolosluğu, sizin Türkçe konuşmanız lazım” diye bağırdım. Onun üzerine konsolos yardımcısı geldi beni teskin etti, yanıma oturup bir bardak çay ikram etti. Ona da “Bu durum rezillik” dedim.
Daha sonra maalesef ASALA terör örgütü problemi olana kadar dış temsilciliklerimiz adeta Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemi gibiydi. Yani ben doktor çıkıp sağıma soluma baktığımda büyükelçiliğin doktorluğunu yapan biri vardı, Fransa’da doktorluk yapma hakkı yoktu, o da bir araba kazasında vefat etmişti. Türkiye’den ilaç getirip götürüyordu. Yani ilaç ticareti yapıyordu. Konsolosluğun sekreteri Ermeni, büyükelçiliğin sekreteri de Rum’du. ASALA terör örgütü sebebiyle bazı şeyler değişmeseydi o durum öyle sürer giderdi. Yani o sıralar bizim resmi makamların durumu buydu. Burada da Türkiye’yi tanıyan yoktu. Türkiye’den bahseden yoktu, Türk de yoktu. Biz o sıra 10-12 kişiydik. 5 Rue Victoir’da eğitim ateşesiyle toplantılar yapıyorduk. O yıllarda gurbetçi vatandaşlarımız yeni yeni gelmeye başladı. Önce Almanya’ya akın vardı, sonra Fransa’ya gelmeye başladılar.
Tansu Sarıtaylı- Tıp fakültesini tamamladıktan sonra neler yaptınız?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Tıp fakültesini bitirdim, doktor çıktım. Daha sonra kardiyoloji ihtisasına başladım. Paris’in çeşitli fakültelerinde ve çeşitli hastanelerde bu süreç geçti. Bu arada Fransa Başbakanlık makamına bağlı nükleer tıp servisinde de çalıştım. Ben önce Anet kliniğinde şef olarak çalıştım. Daha sonra 77 bölgesinde bir Fransız doktor arkadaşla 120 yataklı bir klinik kurduk. O kliniği 18 sene çalıştırdık. Daha sonra artık yorulmaya başlayınca 79 Rue Lafayetteki muayenehanemi açtım, burada çalışmalarıma devam ediyorum.
Tansu Sarıtaylı- Doktorluk yapmaya başladığınızda bir zorlukla karşılaştınız mı?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Burada tıp mezunu olarak tamamen serbest çalışmaya başlamadan önce benim Fransız vatandaşlığım olmadığı için hatta lise diplomam Türkiye’den olduğu için, Türkiye’deki Fransız Lisesi diplomam olduğundan beni doktor olarak kabul etmek istemediler. Ben kardiyolog olarak devlet diplomasını aldım. Fakat doktor diploması aynı imtihanları geçmeme rağmen elime bir üniversite diploması verildi ki bu diplomayla tabipler odasına yazılma imkanı yoktu. Burada Fransız resmi otoritesi olarak ne kadar ırkçı olduklarını ortaya koydular. Ben Fransız tebasına geçince de benim tıp üniversite diplomam devlet diploması olarak kabul edildi. Ama ondan önce zaten kardiyolog olarak devlet diplomam vardı. Şimdi de bu aralar bizim doktorlar ve uzmanlar Almanya’ya gidiyor fakat Fransa’yı tercih etmiyorlar. Çünkü Fransa’da korkunç bir ırkçı tutum vardır.
Tansu Sarıtaylı- Buraya ilk geldiğiniz zamanda zorlandığınız başka konular oldu mu? Türkiye’deki neyin özlemini çektiniz?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Vallahi burada tabii özlem çekiliyor. Buraya Türk gazetesi gelmiyordu. Doğru düzgün telefon yoktu. Türkiye’yle ilgili cinayet veya deprem haberleri gündeme geliyor bunun dışında ciddi haber çıkmıyordu. O şartlar altında Türkiye kelimesini görsek veya duysak hemen dikkatlice bakıyorduk. O ara meşhur Tenten’in (Tintin) filmi çıktı. O filmde 35 dakika İstanbul gösterisi vardı. Gittim gördüm, epey heyecanlandım.
Ben İstanbul’da mutlu azınlıktan gelen bir adamdım. Buraya adaptasyon -entegre demiyorum adapte- yani alışma sürecinde burada talebe havasına girdik. Gerçi üniversiteler iyiydi ama odamı, yemekleri ve diğer bir çok şeyi seçme hakkım yok. Ne varsa onu yiyorsunuz. Restoranda, üniversitelerde yemek konusunda zorlandık. Ama objektif olmak gerekir. Tıp tahsili yapmak vesaire burada belirli bir noktaya gelip Türkiye’ye dönme fikri vardı. Zaten buraya bizden sonraki yıllarda gelen gurbetçiler de ‘döneriz’ diye geldiler 30-35 senelere geçti. Yani pek kimse dönmedi. Fransa’da kalıcı toplum haline geldik.
Ben de Fransa’da kalmaya karar verdim. Paris’e geldikten bir süre sonra kısa bir dönem askerlik için Türkiye’ye gitmiştim. Askerliğimi yaptıktan sonra gemileri yakıp tamamen Fransa’ya yerleşmeye karar verdim. Bu karar mühimdi. Çünkü bizim arkadaşlar arasında doktor da vardı diğer meslek gruplarından da vardı. Bunlar ‘iki kilise arasında binamaz’ (yani iki arada bir derede, arada kalmış, kesin bir şeye karar verip somut adımlar atamayan) Türkiye’ye bir gidip geldiler, hiçbir yerde bir şey tutturamadılar. Bu arada altını çizmek istediğim başka bir konu var ki şöyle anlatayım: Sonraları burada bazı entelektüel arkadaşlarımız vardı. Onlar, burada bizim arkadaşlarımızın çoğu maalesef Cem Sultan gibi davranıyorlar, yani kökenlerini unutuyorlar. Fakat büyük bir kısmı Fransız devletinin memuru olduğu için ister istemez Türkiye’yi kötüleyip puan almak durumunda kalıyorlar. Fransa’nın özel bir tarafı vardır. Hiçbir yerde, hiçbir ülkede Fransa veya Fransa’nın insanı kötülenmez. Bu konuda bir Fransız atasözü var ‘Kirli çamaşırlar aile arasında yıkanır’ derler. Bizim çoğumuz maalesef kirli çamaşırlarımızı teşhir etmekten memnunuz.
Tansu Sarıtaylı- Peki, askerliği nasıl yaptınız anlatabilir misiniz?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Sene 1978’e geldiğinde rahmetli babamın ısrarıyla askerlik görevimi yerine getirmek için Ankara’ya gittim. Etimesgut’ta tankçı sınıfında temel eğitim için altı hafta kaldıktan sonra usta dağıtımım İstanbul Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne çıktı. Dört aylık askerlik yaptım. Allah rahmet eylesin Hasan Esad Işık sayesinde bunu yapabildim. O olmasaydı bizi vatandaşlıktan çıkaracaklardı. Maalesef devletimiz kendi değerlerini bozuk para gibi harcamaktan geri durmuyor. Eğer Hasan Esat Işık bize bu fırsatı vermeseydi maalesef bugün Türk kimliğimiz olmayacaktı.
Tansu Sarıtaylı- Paris’te sosyal çevreniz nasıldı, kimlerle tanıştınız?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Buraya ikinci dünya savaşından sonra gelmiş ressamlarımız vardı. O ressamlar bilhassa Gymnase kahvesinde toplanıyorlardı. Benim de resim merakım vardı. O sebeple Gymnase kahvesi Bulvar Raspail’da burada Mübin Orhun (Orhon) birinci kattaydı. İkinci katta Nazım Hikmet’in eski hanımı Münevver Andaç ve oğlu Memet Nazım. Bir üst katta ressam Komet. Allah rahmet eylesin üst katta karikatürist Sinan Bıçakçı vardı. Bunları görmek için o kahveye gidip gelmeye başladım. O ressamlarla tanıştım., daha sonra bu ressamlara hem yardımcı oldum hem de ciddi bir resim koleksiyonu yapma imkanım oldu.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’da sosyal ve siyasi durumla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Zamanla siyasi ortam değişti. Yani bugün sene 2024 olmuş, bugün nasıl ki aşırı sağ oy oranlarını ve sandalye sayısını yükseltti, benzeri bir durum da 1981 yılında yaşandı. O zamanlar sol ilk kez sağ iktidarı devirdi. François Mittterrand Valery Giscard d’Estaing’in yerine Cumhurbaşkanı seçildi. Yalnız 1981’de Mitterrand Başkan olduğunda sosyalist liderlerin en azılıları Louis Mermas, Dijon şehrinden, Charles Hernu, Gaston Defferre’den, Ermeni toplumunun yoğun olduğu bölgelerden seçilmişti. Onlar tamamen Ermenilerin savunucusu pozisyonundaydılar. Charles Hernu, bir Ermeni mitinginde ‘Batı Ermenistan’ diye bir şey söyledi. Yani “Türkiye, Ermenilerin topraklarını işgal ediyor, bizim Ermenilere yardım etmemiz lazım” dedi. Charles Hernu tam bunları söylerken kalp krizi geçirdi ve mitingde öldü. Fakat o ortamda Türk kökenliyim demek bir cesaret işi oldu. Hatta Türkiye ile ilgili her şey kötüleniyordu.
Fransa’da 1981’de solun iktidara gelmesiyle artan ırkçı politikaya karşı bir reaksiyon olarak bazı Fransızlar ve Türkler bir şeyler yapmaya giriştiler. Biz de o arkadaşlarla önce ‘Cercle kültürel Anatoli’ daha sonra ‘Anadolu Kültür Merkezi’ni kurduk. Bu merkez 42 seneden beri Türk kültürünü Türk dilini Fransızlara anlatmak için çalışıyor. Bu arada sürekli iletişim problemi yaşıyoruz. Yani hem devlet olarak hem bireyler olarak iletişimde pek parlak değiliz.
İletişim eksikliğinin, aksiyonda geç kalmanın art arda olumsuz sonuçlarını gördük. Fransızlar önce ‘Fransa Ermeni soykırımını tanır’ diye bir yasa çıkardı. Onun ardından ‘negasyon’ ??????????? kanunu, yani soykırım olmamıştır diye itiraz edene 45 bin Euro para cezası, bir sene hapis cezası içeren bir kanun daha ortaya çıktı. O kanuna karşı hem yürüyüş yaptık hem de hukuki olarak girişimlerimiz oldu. Burada yine adını anmak istiyorum Allah uzun ömür versin, emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın kıymetli bilgilendirmesi üzerine biz bu kanuna karşı çıktık. Bu konuyu anlatan bir kitap var ‘Türk-Fransız ilişkileri’ diye. Bunun içinde bu konuda 30 sayfalık bir makalem var. Konunun ayrıntılarını merak edenler o kitabı da okuyabilirler.
Tansu Sarıtaylı- Sizce, Fransızların Türklere dünkü bakışlarıyla bugünkü bakışları arasında ne fark var?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Bu çok mühim bir sual. Bunu sorduğunuz için teşekkür ederim. İlk başta bizi neredeyse Afrika’dan gelmiş gibi görüyorlardı. Çünkü, iletişim eksikliği diye bahsettiğim gibi Fransızlar nezdinde Türkiye tanınmıyor. Adeta bilinmeyen bir ülke Türkiye. Bu sebeple bize biraz tuhaf bakılıyordu. O sıralarda da ben sık sık anlatmaya uğraşıyordum. Çünkü kafalarında ‘Madem Müslümansın, o zaman Arapsın’ diye bir düşünce vardı. Ve bu arada ben sık sık anlatmaya uğraşıyordum. Çünkü Fransızların kafasında ‘Siz madem Müslümansınız, o zaman Arapsınız’ diye bir düşünce vardı. Halbuki Arapların İslamiyet anlayışıyla Türklerin İslamiyet anlayışı bir değil. Irk olarak da bir değiliz. Ayrıca İranlılar da Müslüman ama onlar şii olabilir, biz sünniyiz. Bizim Müslümanlığımız Ahmet Yesevi’nin veya Yunus Emre’nin mesajlarındaki gibi insancıl bir Müslümanlıktır. Biz dışarıya açığız. Peygamber Efendimizin dediği gibi hani ‘ilmi Çin’de de olsa gidip bulun’, bizim İslam anlayışımız daha çok hümanist bir anlayıştır. Araplardan farklıyız diye anlatmaya uğraşıyordum.
Bu konuyla ilgili olarak beni oldukça etkileyen bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum: Yunus Emre’nin ‘sevelim sevilelim’ sözü var. Hıristiyanlarda da ‘birbirimizi sevelim’ deyimi var. Benim rahmetli hocam Andre Duchmen, Yunus Emre’nin bu deyişini tercüme etti. Bu cümlesinden dolayı severim.
Tansu Sarıtaylı- 60 yılı aşkın süredir Fransa’da yaşıyorsunuz. Bunca zamandır Fransa’da nasıl bir değişim oldu size göre?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Bu da çok mühim bir sual. Maalesef kötü bir değişim var. Şu sıra Paris’in içinde bazı bölgelerinde Fransız kalmadı. Örnek vereyim: Cheau D’eau Metrosunda inip dışarı çıktığınızda kendinizi Afrika’da hissediyorsunuz. Fransa, bilhassa Paris, iki dönem belediye başkanlığı yapan madame Anne Hidalgo sayesinde çok kötü durumda. Mahfettiler. Paris pis, trafik fena. Paris’in içinde arabayla dolaşma imkanı kalmadı. Fransa’nın aşırı sağa kaymasının bir sebebi de bu. Çünkü emniyet problemi var. Fransa’nın bazı bölgelerinde mesela 19 veya 20 bölgelerinde belli bir saatten sonra yaşlılar sokağa çıkmaya imtina ediyor, çekiniyor. Çünkü soyulma tehlikesi var. Uyuşturucu kullananların saldırma riski var.
Tansu Sarıtaylı- Tabi burada kültürel olarak Türkiye’yi temsil eder bir kişiliğiniz var. Anadolu Kültür Merkezi
Derneği ile birlikte Türk toplumuyla iç içesiniz. Türkiye’ye de gidip geliyorsunuz. Peki Türkiye’deki değişim nasıl? Kültürel açıdan, fiziki şartlar açısından veya siyasi ortam açısından ne farklar görüyorsunuz?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Bu sual fevkalade derin bir sual. Uzun bir cevap lazım ama biraz anlatayım. İstanbul bir metropol olmuş, 16 milyon kişi yaşıyor. Yolda yürümek bile zor. Türkiye’de bazı yerlerde Suriyeli ilticacılar sebebiyle maalesef kalite çok düşmüş. Fatih’te olduğu gibi bazı bölgelerde Türkçe duyma imkanı yok, bol bol Arapça duyuluyor. Türkiye maalesef bu 22 yıllık muhafazakar iktidar devrinde pek iyiye gitmedi. Çünkü Türkiye’de her şey ‘para, para, para ‘ olmuş. İnsanlar sözünde durma vasfını unutmuş. Hani ‘şeref sözü’ diye bir şey vardı unutulmuş. Ciddi olma, güvenilme durumu kaybolmuş. Her şey materyal bir şeye bağlandı. Son gittiğimde enflasyon problemi vardı. Yüzde 70 deniliyor ama bunun çok üstünde bir enflasyon. Buna rağmen Türkiye yine büyük bir memleket. Potansiyel yüksek ama iyi yönetilemiyor, iyi kullanılamıyor. Özellikle ekonomide bazı yanlış kararlar ve uygulamalar sebebiyle orta gelirli olanlar ve geliri mahdut (sınırlı) olanlar büyük ızdırap içindeler. Buna rağmen Türkiye’deki paralel ekonomi sayesinde insanlar yaşamaya devam ediyor.
Tansu Sarıtaylı- Doktor bey, sizin de evlatlarınız var, peki onların Türkiye’ye bakışı nasıl?
Dr. Demir Fıtrat Onger- İki oğlum ve bir kızım, yedi tane de torun var. Benim rahmetli kuzenimin oğlu, yeğenim evleniyordu. Oğullarımla birlikte düğünlerine gittim, kızım ise dört çocuğuyla meşgul olduğundan gelemedi. Onlar Türkiye’ye gayet pozitif bakıyorlar, çünkü Türkiye’de yaşamıyorlar. Daha çok turist kafasıyla gidiyorlar. Türkiye’yi, tabii güzelliklerini, arkeolojik eserleri seviyorlar. Çocuklar Türkçe konuşuyor. Büyük oğlumu askerliğini yapması için Burdur’a götürdüm. Hem 5 bin 500 Euro para verdik hem de 3 aylık askerliğini yaptı. Küçük oğlumun zamanında ise Ahmet Davutoğlu Başbakandı, seçimden önce 1000 Euro ver askere gitmeden yapmış sayalım dediler. Onu da o şekilde hallettik. Çocuklarım Türkiye’de yaşamıyor ama Türkiye’ye pozitif bakıyorlar.
Tansu Sarıtaylı- bir gün Türkiye’de yaşamayı düşünürler mi?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Düşünmezler. Çünkü hayatlarını burada kurdular. Türkiye’de yaşamak için bir Türk hanımla evlenmek, aile bağlarının ve çevrenin olması lazım. Ekonomik bakımdan da Türkiye’nin pek albenisi yok. Onlar da bunu bildikleri için Türkiye’ye gidip yerleşeceklerini sanmıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz peki?
Dr. Demir Fıtrat Onger- Ben şimdi bu sualin cevabı olacak kararımı 1978’de vermiştim. Yani o yıl askere gittiğimde. O yılı kadar Türkiye’ye dönerim diye düşünüyordum. Hatta “Giresun’da Tıp Fakültesi kuruluyor, o fakültenin kardiyoloji servisini yönetirsin, iki seneye de profesör olursun” demişlerdi. Ankara’da bir pozisyon oldu ama Türkiye’de o zaman 1978’de insanın pek kıymetinin olmadığın gördüm. Gümüşsuyu Asker Hastanesi’nde çalışırken bunu anladım. Diğer hastanelerde yatan asker ailelerini de gidip görüyordum. O zaman kararımı verdim, Fransa’ya yerleşmem gerekiyordu. İyi ki öyle bir karar vermişim. Çünkü, Türkiye’de bırakın doktorların itibarını hayatlarının dahi güvende olmadığını görüyoruz. Doktorlara saldıranlara doğru dürüst ceza bile verilmiyor. Dolayısıyla Türkiye’ye dönüp yerleşmediğim için pişman değilim hatta memnunum.
Tansu Sarıtaylı- Doktor bey zaman ayırdığınız için size teşekkür ederim. Güzel ve yerinde bir söyleşi oldu.
Dr. Demir Fıtrat Onger- Ben teşekkür ederim ayağınıza sağlık diyorum. Bana anılarımı tazeleme fırsatı verdiniz, sağolun.