Konyalı Adnan Biliç, Fransa’ya Aile birleşimiyle geldi. üçüncü nesilden çok ümitli olduğunu ifade ediyor. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımızı sürdürüyoruz. Bugün 54 yıldır Fransa’da yaşayan Konyalı Adnan Biliç beyle birlikteyiz. Aile birleşimi yoluyla 2 yaşında ülkeye gelen Adnan bey, Türkçe konuşmayı anne ve babasından Fransa’da öğrenmiş. Onun farklı bir bakışı her iki ülkenin insanları için de dikkate değer.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle röportajımızı sürdürüyoruz. Bugün de yarım asırdır fazla süredir Fransa’da yaşayan Adnan Biliç ile birlikteyiz. Kendileri bize Fransa’daki yaşantısını kısaca özetleyecek.
Tansu Sarıtaylı- Adnan bey Fransa’ya ne zaman ve nasıl geldiniz?
Adnan Biliç- 1971 yılında geldim. Babam ise 1970’te işçi olarak Fransa’ya gelmişti. İş Bulma Kurumu vasıtasıyla Fransa’ya gelip direkt Citroen araba fabrikasında işe başlamış. Bir yıl sonra da aile birleşimi yoluyla bizi getirdi. 1.5-2 yaşındaydım.
Tansu Sarıtaylı- Daha bebek denilecek yaşta buraya gelmişsiniz. Türkçeyi nasıl öğrendiniz?
Adnan Biliç- Türkçeyi Fransa’da evde öğrendim. Tabi annemden babamdan ne kadar duyduysam o kadar oldu. Zamanla büyüdüm burada okula gittim, Fransızca öğrendim. Ailemize faydalı olmak için uğraştık. Onların resmi kağıtlarıyla ben uğraşıyordum. Fransızca biliyorlar diye sağa sola arkadaşlara, diğer Türklere yardımcı olmak için her yere koşturduk. Çünkü o zamanlar pek Türk yoktu, Fransızca neredeyse yoktu.
Tansu Sarıtaylı- Peki zor olmadı mı sizin ve aileniz için dil bilmeden başka bir ülkeye gelmek?
Adnan Biliç- O zamanlar Fransa’ya gelenleri düşünüyorum da dil bilmeden, yol bilmeden hayatlarını yola koymuşlar. Şimdi düşünüyorum da o şartlarda ben cesaret edemezdim. Her şeyi, bütün sevdiklerini, yurdunu bırakıp dilini bile bilmediğin bir ülkeye gelmek gerçekten cesaret isteyen ve zor bir şeymiş. Ama adamlar zor olanı başarmışlar.
Tansu Sarıtaylı- Keşke gelmeseydim dediğiniz oldu mu peki?
Adnan Biliç- İyi mi yapmışlar kötü mü yapmışlar bilemiyorum. Keşke gelsem mi, şimdi ona nasıl bir cevap vereyim onu da bilmiyorum. Çünkü orada olsa belki niye burada değilim diyecek insan. O zamanlar Fransa’da Türklere veya yabancılara bakış açısı farklıydı. O zamanlar böyle bir değer dememeyeyim de yani görüş farkı vardı. En basitinden bir Galatasaray maçı olsa bile adamlar bizimle okulda dalga geçerlerdi. Bize patates tarlasında futbol oynatıyorsunuz diyen bir halk. Ayrıca siz jenosit (soykırım) yaptınız diyenler de var. Siz şunu yaptınız, bunu yaptınız deyip bir yerlerden vururlardı.
Tansu Sarıtaylı- Fransızların bakış açısı şimdi de öyle mi sizce?
Adnan Biliç- Allah’a şükür her şey daha iyi oldu. İnsanlar daha bilinçli hale geldi. Bilinçli olmak, okumak, görüp yaşamak bunları değiştirdi. Yani şimdiki Fransa’daki Fransızların bakış açısı gerçekten değişti. Bugün her yıl Türkiye’yi milyonlarca turist ziyaret ediyor. Bunların çoğu yabancı. Eskiden buna cesaret edemezlerdi. Türkiye tehlikeli bir ülke, gidilmez diyenler vardı. Bugün artık onlar da gidiyor ve memnun oluyorlar. Türkiye’nin şartları değişti. Zamanıyla adımızı ‘barbar’ koymuşlardı ama bunlar değişti Allah’a şükür. Anadan babadan duyduklarıyla değil de okuyup bilinçlenerek, görüp anlayarak yaşadıklarında az da olsa bakış açıları değişiyor.
Tansu Sarıtaylı- Peki Adnan bey, siz aile birleşimiyle çocukken gelmişsiniz. Peki bir gün Türkiye’ye dönmeyi düşünür müsünüz?
Adnan Biliç- Elbette düşünüyorum. Eski insanlar da aynı düşünceyle gelmişlerdi. Hani biraz çalışıp, üç beş para biriktirip memleketlerine dönmeyi hayal ediyorlardı. Ama o insanlar şimdi 80 yaşına geldi, gidemiyorlar. Ben bu durumu tek kelimeyle toparlayayım. Burası bir hapishane. Gitmek istiyorsun ama bir türlü gidemiyorsun. Kal diyorlar, kalamıyorsun. Biz böyle bir hapishane içinde yaşıyoruz. Yani kimse seni zorla tutmuyor, ama gidemiyorsun.
Tansu Sarıtaylı- Sizce bunun sebebi ne?
Adnan Biliç- Çünkü adam zamanıyla henüz 20 yaşındayken köyünden çıkmış gurbete gelmiş. Bugün yarın dersen yıllarca çalışmış, burada emekli olmuş. Ömrünün büyük bölümünü burada yaşamış, hatta orada hiçbir yakını veya bağı kalmamış insanlardan bahsediyoruz. Çoluğu çocuğu torunu torbası hep burada doğmuş büyümüş insanlar. Onları bırakıp nereye gidecek? Mesela ben Türkiye’ye gitsem ne yapacağım?
Ben çocukken Fransız okulundaki bazı çocuklar “Benim babam İtalyan, benimkiler İspanyol” derdi. Şimdi bizim torunlarımız da aynısını diyecekler. Yani bir gün “Bizim dedelerimiz Türk’müş” diyecekler. Biz Fransız olacağız ama kökümüz başka olacak. Böyle olacağına inanıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya ilk gelenlerden Türkiye’ye dönmek isteyenler de çok. Siz ne düşünüyorsunuz?
Adnan Biliç- Türkiye’ye dönmek, gitmek zor iş. Kimsenin geri dönemeyeceğini düşünüyorum. Gitme hayali kuranların çoğu da 80 yaşına gelmiş. Adama hadi amca git diyorsun “Ne yapayım orada? Benim çocuklarım, torunlarım burada. Onlar yanımda olmadan ben nasıl oralarda durayım?” diye cevap veriyor. Bunları düşündüğün zaman gitmek zor. Yanlış bir şey söylemek istemiyorum ama şöyle ifade etmeye çalışayım: Bugün diyorlar ya Bulgaristan Türkleri, Gagauz Türkleri vesaire, işte bizlere de Avrupa Türkleri diye anacaklar. Yıllar sonra öyle olacak diye düşünüyorum.
Tansu Sarıtaylı- Peki Adnan bey, Fransa’ya geldiğin için memnun musun?
Adnan Biliç- Şu günkü düşüncem memnun değilim. Şöyle memnun değilim: Kendime, iki kültürün içinden bir sentez yaptım. Türk kültürü ile Fransa kültürünü birleştirdim. Hani bir umut ışığı taşıyorum ama gider miyim bilemiyorum. Cenazem gider ama onda sıkıntı yok, öyle inanıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Adnan bey siz burada okula gitmişsiniz, iş hayatınız da olmuş. Fransız toplumunu ve buradaki yabancıların toplumlarını biliyorsunuz. Şu andaki Türk toplumunun Fransa’daki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Adnan Biliç- Bence ilerleme var. Biraz daha zamana ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Çünkü Türk toplumunu henüz tam oturtamadı. Tam uygun bir pozisyonda değil bugün. Ben üzülüyorum. Burada o kadar çocuk var, okuyorlar, belli seviyelere geliyorlar.
Ama gençlerin çoğu “Anam babam gibi ben de usta olayım, inşaata gideyim, BMW arabaya bineyim” gibi hayallerle yaşıyorlar. Çünkü annesi babasın çok vermiş, hala daha veriyor. O çocuk da okuma ihtiyacı duymuyor. Hani belki kolejden sonra liseden sonra eyvallah ben çalışıp iş hayatına bakacağım diyor. Burada çok yanlış yapıyoruz. Yani çocuklarımızın okuma hevesi yok. Yani çocuk “Ben bir fakülteye gideyim, bir üniversiteye gideyim, doktor olayım, doçent olayım” demiyor. Bu saydıklarımızın sayısı bizim toplumda çok az. Bunları bu sektörde çoğaltmamız lazım. Genlerimiz başka amaçlar gütmeli, başka hayaller kurmalı.
Tansu Sarıtaylı- Gençler o arzu ettiğiniz seviyeye yönelik hayaller kuracak mı sizce?
Adnan Biliç- Bence bu da üçüncü jenerasyonda başlayacak. Çünkü birinci ve ikinci jenerasyonda hep baba desteğiyle yaşayan gençler var. Üçüncü jenerasyonda öyle değil. Burada belli seviyede okumuş çocuklar, gençliklerinde daha farklı düşünecek. Onlardan doğacaklar da daha ileri gidebilir diye düşünüyorum.
Şükür belediye başkanlarımız var. Ama Fransa’da neden milletvekillerimiz olmasın? Neden daha başka konumlarda insanlarımız olmasın? Bunlar da artık olsun isteriz. Ama dediğim gibi 3’üncü jenerasyondan sonra başlayacağını tahmin ediyorum.
Hatta, artık biz Türkiye’ye dönemeyiz, ancak cenazelerimiz oraya gider diye tahmin ediyorum ya, öyle söyledim. Ama zamanla Fransa’daki Türklerin cenazeleri de burada kalacak. Yani insanlar diyecek ki ben niye gideyim, niye cenazemi ötede defnedeyim. Benim çoluğum çocuğum burada, her şeyim burada cenazem de mezarım da burada olsun diye düşünecekler.
Gördüğünüz gibi buraya adapte olmak zor ama uzun zamandır buradayız. Eğer çözebilirsek, iyicene kavrayabilirsek bence güzel şeyler olacak. Ben Türk topluna inanıyorum. Çok zeki bir toplum, üretmeyi seven bir toplum. Bu özellikler her toplumda yok. Kendi işini kurup kendi hayatını başka türlü çevirmeyi bilen bir halkız. Onun için ben ümit ediyorum ki bu gençlik daha iyi yerlerde olacak.
Tansu Sarıtaylı- Peki Adnan bey çocuklar var değil mi? Onların Türkiye ile bağları nasıl?
Adnan Biliç- Çocuklar burada okula gidiyorlar. Belli bir yaşa gelmişler. Onların düşünceleri farklı olabilir ama izin zamanlarında Türkiye’ye gezmeye gitmek, denize girmek sevdikleri şeyler. Fakat Türkiye’de yaşama hevesi var mı dersen yok. Bunlarda yoksa, torunlarda hiç olmayacak. Yani sonraki nesil Türkiye’ye dönmeyecek. Onun için demin de dediğim gibi üçüncü jenerasyona ben çok inanıyorum. Ama ana babanın da biraz destek olması gerek, yönlendirmesi gerek.
Tansu Sarıtaylı- Siz Türkiye’ye tatile gidiyorsunuz, oraya gittiğinizde sizi üzen bir şey oluyor mu?
Adnan Biliç- Elbette ufak tefek şeyler oluyor. Ama insan kendi vatanına özlem duyduğu için hepsine sünger çekmeyi biliyor. Olumsuz şeyler yaşadım diye hiçbir zaman vatanımızdan uzaklaşmadım. Türkiye’de son 20 yıldır büyük bir değişim yaşanıyor. Ha eksikliklerimiz var mı elbette var. Ama güzel şeyler olduğuna inanıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Adnan bey bana ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederim. Benim sormayı unuttuğum veya sizin anlatmak istediğiniz bir şey var mı?
Adnan Biliç- Her sene izin zamanı Türkiye’ye giderdik. Sene 1978 falan olmalı. O zamanlar Türkiye daha değişik bir ülkeydi. Orada bir ay kadar akrabaları ziyaret ederdik. Yokluk vardı ama yurdumuzda güzel anılarımız oldu. Arkadaşlarımla, kuzenlerimle güzel anılar. Onlar hayvana veya oduna giderdi, biz de heves eder peşinden giderdik. Onların yaşam tarzını yaşamak isterdik. Biz de odun yapardık. Kara lastik giyerlerdi, biz de heveslenir kara lastik giyerdik. Çocuklar eğilip dereden su içerdi biz de içerdik.
Hayalimde Türkiye’deki çocukluğumun güzel anıları var. Onları hiçbir zaman unutamam. Ben takım elbiseli giderdim, onların pantolonları yamalı olurdu. Onlarda ne görürsem ben de isterdim. Belki onlar da bana heveslenirdi ama ben onlara heveslendirdim. Gençliğimde de en çok hayal ettiğim şey Türkiye’ye gidip o ortamı yaşamaktı. Mesela bir bağa girip üzüm almak veya bahçeden bir meyve aşırmak. Güzel anılar.
Tansu Sarıtaylı- Peki çok teşekkür ederim Adnan bey.
Adnan Biliç- Ben de teşekkür ederim.