Tercüman olarak geldi turizm ve sanata daldı. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türkler konulu röportaj serimize 54 yıldır Paris’te yaşayan Ahmet Abut beyle devam ediyoruz. 1970 yılında Paris’e 100 kilometre mesafedeki Simca otomobil fabrikasında çalışan Türk işçileri için tercüman olarak gelen Ahmet Abut, tercümanlığın yanı sıra diğerleriyle birlikte işçi olarak da çalışmış. Ancak Ahmet beyin fabrika işçiliği uzun sürmemiş, altı ay sonra fabrikadan ayrılıp turizm sektörüne girmiş.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajımız devam ediyor. Bugün de 1970’ten bu yana Paris’te yaşayan Ahmet Abut ile birlikteyiz. Ahmet bey, Fransa’ya gelişinden bugüne kadar yaşadıkları hakkında sorularımız cevapladı.
Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey Fransa’ya ne zaman geldiniz?
Ahmet Abut- Fransa’ya 1970 yılının Ağustos ayının 20’sinde geldim. Simca otomotiv fabrikasında tercüman işçi olarak çalışacaktım.
Tansu Sarıtaylı- Siz de o yıllardaki diğer vatandaşlarımız gibi İstanbul’dan trene mi bindiniz?
Ahmet Abut- Bize ikinci mevki tren bileti veriyorlardı. Ağustos ayında tren vagonları hınca hınç dolu vaziyette bir yolculuk yaptık. Yolculuk öncesinde bir arkadaşım bana kocaman bir karpuz hediye etmişti. Tren Bulgaristan’da, Yugoslavya’da banliyö treni haline geliyor. Koridorlarda bile insanlar oluyor, hiçbir yere kıpırdayamıyorsunuz. O şekilde yolculuk yapıyorduk. Baktım genç talebeler var, karpuzu onlara verdim kurtuldum. Sonra trene bir vagon daha eklendi ama üç vagonluk yolcu vardı. Paris’e zor şartlarda geldik.
Ben varlıklı bir aileden geliyordum. Ancak çocukluğumda çiftlik hayatım oldu. Hareketi, zorluğu ve çalışmayı seven bir insanım. İşçi olmak beni hiç rahatsız etmedi. Orada hem zincirde çalıştım hem tercümanlık yaptım. Sonra ayrıldım. Fakat Paris maceram devam etti.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya gelmenizdeki gayeniz neydi? Yani ne sebeple ve nasıl geldiniz?
Ahmet Abut- İstanbul’da bir kokteyl sırasında Fransız genç Koper gelen okullara arkadaşlarımız vardı??? BU CÜMLEYİ ANLAYAMADIM İmigrasyon bürosu müdürü “Ahmet, Galatasaray’dan ilgilenen olursa varsa, Simca araba fabrikasına tercüman olarak yollayabiliriz” dedi. “Ben ilgileniyorum” dedim. Ne zaman olabilir diye sorunca patronumla konuşmam gerektiğini söyledim. O şekilde Mehmet beye anlattım. “Ne zaman isterseniz gidebilirsiniz” diye karşılık verdi. Hemen dedim ve peşimden 5-6 arkadaşımı getirdim. Simca araba fabrikasında 6 ay kaldım.
Ahmet Abut- Şunu önce belirtmem gerekir, hayatımda otomotiv sanayisiyle bir ilgim vardı. Babamın Ankara Ulus yakınındaki otomobil acentesinde bulunan İngiliz Humber ve Hillman otomobillerini hatırlıyorum. Babam yani iki İngiliz marka arabanın mümessiliydi. İstanbul’da askerlikten döndükten sonra belediye reisinin kardeşi Mehmet İsvan beyin firmasında çalıştım. (Mehmet beyin abisi Ahmet İsvan bey, 1973-1977 yıllarında İstanbul Belediye Başkanı olarak görev yapmıştır) BURAYI İNFO OLARAK EKLEDİM. Neyse, Mehmet beyin Şişehanede, Türk Hava Yolları’nın karşısında İnternational Harvester Kamyonları adlı firması vardı. Aynı zamanda Peters Deniz Motorları ve Royal Diyetik firması. Orada 4 yıl çalıştım.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’daki fabrikada çok durmamışsınız. Altı ay kısa değil mi? Fabrika işiyle ilgili değişikliğe ne sebep oldu?
Ahmet Abut- Simca’da işveren sendikasına biraz karşı olduğumdan. Üyesi bile olmadığım işveren sendikadan istifa ediyorum dedim. Benim bir de liderlik özelliğim vardır. Liderliğiniz varsa çekiniyorlar. O fabrikada 16 bin işçi vardı. Montajda 4 bin kişiydik, onlardan 2 bini Türk işçiydi. Ben bir ay içinde onların lideri gibi oldum.
Simca araba fabrikasındaki kalsaydım ‘atölye şefi’ olurdum herhalde. Tabi 10 kişilik atölyelerle karıştırmamak lazım. Anonim şirketlerde, fabrikalarda atölyedeki 4 bin kişinin, binlerce kişinin patronu gibi olursunuz, tabi adınız atölye şefi. Onun için gece okuluna gitmek lazımdı. Mehmet İsvan beyin yanında çalışırken teknik üniversitenin gece kurslarına gittim. Motor kursuna da gitmiştim, herhalde atölye şefi olurdum.
Tansu Sarıtaylı- Bu liderlik özelliğini biraz anlatır mısınız?
Ahmet Abut- Daha okuldayken bu liderlik vasfımın ortaya çıktığını hatırlıyorum. Türkiye’de 1960 yılında ihtilal olduğunda üniversiteli abilerin arasına koştuk, Taksim’e yürüdük. Askerlik görevim sırasında da ‘harp sırasında ayaklanmalara karşı koyma eğitimi’ aldık. Fakat askerlik görevimi severek yapıyordum. Hiçbir şekilde siyasete karışmadım. Askerlikten sonra komutanlarla dostane ilişkim devam etti.
Tansu Sarıtaylı- Peki tekrar Paris’te işe başlamanıza dönelim. Tercüman olarak gelmişsiniz, işçilik de yapmışsınız fakat sonra başka bir sektöre geçmişsiniz.
Ahmet Abut- Evet tercümanlıkla başladım sonra turizme karar verdim. Simca araba fabrikasından ayrıldıktan sonra Çalışma Bakanlığ’na müraacat ettim, zaten çalışma kartım vardı. Turizm işine girince Bodrum’da arkadaşlarla bir tekne tuttum. Birkaç Fransız arkadaşla tekne turu işi yapmaya karar verdik. Sonra Ekvator diye bir turizm şirketi vardı, kısmen onlara Türkiye turları satıyorduk. Bodrum, Antalya, 12 Adalar gibi turlar. Daha sonra askerden kalma merakım üzerine Chamonix’ten Fransız bir arkadaşımla doğuda etkinlik yaptım. Hakkari’den Paris’e karavan minibüsle yüksek dağları geziyorduk. Adana, Pozantı Demirkazık’tan güneye trekking turları yapıyorduk. Daha çok münferit yapıyordum. Grup turlarını sevmiyordum. 4000-4500 metre rakıma ulaşıncaya kadar çıktık. Daha sonra charter turları başladı. Sonrasında uçaklarda yer bulmak sorunu oldu, şirketteki hissemi devrettim.
Tansu Sarıtaylı- Turizm etkinlikleri sırasında başka irtibatlarınız oldu mu peki?
Ahmet Abut- Evet. Suna Kıraç hanımla tanıştım. İnan Kıraç abiyi Galatasaray’dan tanıyordum. Onunla birlikte ‘AKMİ’yi kurdum, “Akdeniz Med Araştırma Enstitüsü Arkeoloji Kütüphanesi” olarak. Sonra Pera Müzesi’nin ve İstanbul araştırmalarının eski fotoğrafları işine giriştim. İpek hanımın İnan beyin ev kütüphanesine başladım, orası profesyonel şekle geldi, hala devam ediyor. Ayrıca paralel bir otel yönetmeye başladım. Orada da 23 yıl çalıştım, 3 yıl önce emekli oldum. Şimdi fotoğraf koleksiyonlarımla uğraşıyorum. Yine sanatla meşgulüm. Ama jimnastik ve yürüyüş yapıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Peki Ahmet bey, tekrar başa dönelim. Paris’e geldiğinizde, Fransa’ya uyum açısından zorlandınız mı?
Ahmet Abut- Olmadı. Çünkü gelişimde azil dediğimiz arkadaş grubuyla birlikteydik. Hatta ben zincirde çalışıyordum, hafta sonu 100 kilometre mesafede bir şatoda arkadaşlar ava gidiyorlardı, bir iki sefer ben de gittim. Ben her yere intibak ederim, uyum sağlarım. Paris metrolarında polis bazen kimlik sorar, bana kimse bugüne kadar bir şey sormadı. Zaten sorsalar da rahatsız etmez, çünkü bizim emniyetimiz için kontrol ediyorlar.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’da fabrikada çalışmaya başladığınızda oradaki işe alışabildiniz mi? İşiniz zor muydu?
Ahmet Abut- Simca araba fabrikasında zincir bölümünde çalışırken zorlandım çünkü elim alışık değildi. Zincirden yürürken dört farklı işi bir arada yapmak gerekiyordu, elim su topladı. Tabi sonra geçti. Ben güçlükleri seven bir insanım. Kolay kolay mücadeleyi bırakmam. Kolay şeylerdense zor olanları daha fazla seviyorum. Üvey babamın döküm fabrikası vardı, ancak orada durum biraz daha farklıydı.
Tansu Sarıtaylı- Peki ilk geldiğiniz aylarda Türkiye’nin neyini özlediniz? Türkiye’de olup da burada bulamadığınız, aradığınız bir şey oldu mu?
Ahmet Abut- Biz Galatasaraylılar genelde ilkokuldan başlarız, ölene kadar arkadaş gruplarımızı devam ettiririz. Bunlar bir zincirin halkaları gibidir. Dolayısıyla arkadaşlarımı özlüyordum, annemi özlüyordum. Ama mücadeleci bir kişiliğim vardı, bu da özlemin üstüne çıktı.
Aile benim için çok önemli. Zaten buraya geldikten bir yıl sonra annemi Paris’e aldım. Evlendikten sonra da onlar vefat edene kadar bütün tatillerimiz birlikte geçti.
Tansu Sarıtaylı- Peki ne zaman evlendiniz Ahmet bey?
Ahmet Abut- 1981yılında evlendim. Eşim, gazeteci Nezih Demirkent’in eskiden Hürriyet’te sekreteriydi. 1982 yılında kızım dünyaya geldi. İlginçtir, ben hukuk okumak istiyordum, ancak haylaz olduğumdan hukuk tahsili yapamadım. Fakat kızım hukuk okudu. Ancak otelcilik işini seçti. Belki tekrar hukuk mesleğine döner.
Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey ilk geldiğiniz yıllarda Fransızların Türklere bakışı nasıldı?
Ahmet Abut- Fransız halkı genelde rasist, yabancıları sevmez. Fakat nereye giderseniz gidin siz kişiliğinizle varsınız. Herkesin bir kişiliği, kimliği, kültürü var. Öyle olduğu vakit bunu hissetmiyorsunuz. Fransızlarınki daha çok Kuzey Afrika’dan gelen diğer yabancılara karşı. Onun için ben bunu (rasistliği) hissetmedim. Yalnız milliyetçi oldukları aşikar. Bugün Marine Le Pen’in partisi bir hayli kuvvetli, hatta Fransa’yı sarsacak kadar güçlü.
Tansu Sarıtaylı- Doğru söylüyorsunuz. O yıllarda Türklere karşı fazla bir şey yoktu, gerçi o yıllarda fazla Türk yoktu.
Ahmet Abut- Türkler hep getto olarak kendi içlerine kapanık yaşarlar maalesef. Kendi aralarında dururlar. Maalesef böyle bir durum var. Yıllardır Fransa’da olan Türklerin hemen hemen % 95’i Louvre Müzesi neresidir bilmez, Roden kimdir bilmez. Bütün amaçları para biriktirip kendilerini emniyete almak, Türkiye’de bir şeyler satın almak. Ama aileye bağlıdırlar, aileye hakimdirler ve çok da çalışkandırlar. Türk işçisi genelde Fransızlar’dan daha çalışkandır.
Fakat eğitimimiz yok, kültürümüz yok. Yani kültüre merakımız yok. Asırlardır bu böyle. Anadolu’da nasıl yaşıyorsa burada da aynı gettoda yaşar gibi yaşar. Dolayısıyla Fransızlarla pek irtibatı, ilgisi yoktur. Tabi başarılı olmuş, inşaatta her türlü yerde sıra dışına çıkmış Türk işçi arkadaşlarımız da var.
Tansu Sarıtaylı- Bu arada Fransa’da yaşayan Türklerin sonraki nesliyle ilgili ilginç bir gözleminiz var mı?
Ahmet Abut- Bundan 3 sene önce Sabiha Gökçen Havalimanı’nda, başörtülü genç bir kadın gördüm. Bana bir şey sordu, ben de ona Fransa’da Tours şehrinde ne yaptığını sordum. “Babımın orada döner dükkanı var, döner satıyorum” dedi. Türkiye’ye niye geldiğini sorduğumda da balayına geldiğini söyledi. “Peki burada ne yapacaksın” dedim “Döner yiyeceğim” dedi. İşte böyle…
Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey, ömrünüzün 54 yılı Fransa’da geçmiş. Kendinizi kültür olarak Türk gibi mi Fransız gibi mi hissediyorsunuz? Böyle bir ayrım yapılabilir mi?
Ahmet Abut- Sorduklarında her zaman ‘Türk’üm’ derim. Fransız oluşum ise şöyle: “Buranın değerlerini paylaşıyorum. Kızım burada doğdu. O da şimdi her iki lisana sahip. Hatta birkaç lisan biliyor. Bu durum ayrı bir şey tabii ki Türk’üm. Tabi Fransa’da rahat bir düzenim var. Yıllarca çalıştım. Zaten 58 yıl hiç durmadım. Hala da boş durmam. Hiperaktif gibiyim. Aba benim enerjim akşam 10’a doğru biter, yatarım. 8-9 saat uyur, dinlenirim. Uyurken insanın vücudu yenileniyor, sabah dinç kalkarım.
Tansu Sarıtaylı- Emeklilik günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Ahmet Abut- Şimdi emekli olduğumdan nefes alma egzersizleri yapıyorum. Spor bitti. Otom masaj çikom??? onun dersini 5 yıldır alıyordum, şimdi bir yıldır özel ders aldım. Hocalık yapabileceğimi söylediler. Ayrıca iki günde bir kiloyla/ağırlıkla çalışma, her gün 7-8 kilometre yürümeyi aksatmıyorum. Ayrıca müzayede salonlarını, sergileri geçiyorum. Sıkılmıyorum, sık sık hareket halindeyim.
Tansu Sarıtaylı- Bu arada serginiz de olmuş, o yönünüzü anlatır mısınız?
Ahmet Abut- Önceki hafta Büyük Ada Palas’ta 1875-1950 dönemi ‘Büyükada’da yaşam’ sergim oldu. Ayrıca bir sürü kitaplar hazırladım. 19. yüzyıl İzmir’i anlatan… Bursa, Boğaziçi, Atatürk, Efes Selçuk Kütüphanesi içinde kazılardan önce Efes fotoğrafları da var. 82 yaşına ilerliyorum ama daha yapacak bir sürü şey olacak. Benim yaş mevhumum yok, benim amacım sıhhatli yaşamak.
Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey, haliyle Türkiye’ye tatile gidiyorsunuz. Biraz evvel de söylediğiniz gibi İstanbul’da Büyükada’da sergi de açmışsınız. Peki yıllardır Avrupa’da yaşadığınız için, Türkiye’de size yabancı gözüyle bakmıyorlar mı?
Ahmet Abut- Hayır. Ben uçaktan iner inmez herkesle sohbete başlarım. Ortama hemen intibak ederim. İstanbul’da Suadiye tarafında oturuyoruz. Eskiden Osmanbey, Şişli tarafındaydık. Remzi Kitabevi’ne giderim, kitaplarımı alırım. Orada kitap okuduğum da olur. Kimi arkadaşlarımla görüşürüm. K müzesine giderim Özak müdürü arkadaşım.???
Ayrıca taksi şoförleriyle sohbeti severim. Onlara “Hayatınızdan ve işinizden memnunsunuz” diye soruyorum.
Tansu Sarıtaylı- Anlaşılan farklı ortamlara hızla uyum sağlayabiliyorsunuz. Peki Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz?
Ahmet Abut- Evet memnunum. Çünkü 1950’de ilkokul birinci sınıfa Yeşilköy’de pansiyonlu bir okulda başladım. Annem ve babam ben 5 yaşındayken ayrılmıştı. O sırada Anka’da oturuyorduk, İstanbul’a dedemin yanına geldik. Annem beni Galatasaray’a verdi. Bir yıl fazladan okudum. 1950’de öğretmen ilk derste “Debou ???? deyince herkes ayağa kalkacak, Asie???? deyince oturacaksınız” dedi. OTUR KALK KELİMELERİNİN FRANSIZCALARINA BAKTIM AMA BENZETEMETİM!!! dedi. 1950’de Fransız kültüründen hocalarla başladık. İlkokul, ortaokul ve lise öyle devam etti.
Paris’e indikten hemen sonra zaten Galatasaray’dan bir arkadaşımın evinde kaldım. O beni getiriyordu. Dolayısıyla ilk andan itibaren hiç yadırgamadım.
Tabi aradığımız bazı şeyler oldu ama ben her zaman mutlu olan bir insanım. Çocukluğum, okul hayatım, çalışma hayatım… hepsini düşündüğümde mutluyum. Okulda yaptığım jimnastik, turizm kültür etkinlikleri, hiçbiri birbirinden farklı değil. Birbirleriyle bağlantılı olan şeyler. Sevdiğim işi yaparım, sevdiğim insanlarla görüşürüm. Hala mutlu yaşıyorum.
Tansu Sarıtaylı- Peki Ahmet bey siz Fransa’ya geldiğiniz zaman buralarda bu kadar çok Türk yoktu. Bu ülkedeki Türk sayısının 700 bin hatta 800 binden fazla olduğu söyleniyor. Fransa’da Türk toplumunun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Gözlemleriniz nedir?
Ahmet Abut- Fransa’da inşallah daha çok ailenin çocuğu yüksek tahsil yapar, iyi mesleklere sahip olurlar. Vatana hizmetin en önemli yolu çocuklarımızı iyi eğitmek. Türkiye bir türbülanstan geçiyor ama ekonomi düzelir, yabancılar, çalışmayanlar, işe yaramayanlar geri gönderiliyor. Kaliteli eğitimi, kaliteli hocayı nasıl bulacağız buna uğraşmak lazım. Uğraşınca Türk toplumunun gençleri pırıl pırıl yetişiyor. Mesela bugün karşılaştım ayakkabı tamircisi bir Türk genciyle karşılaştım. O genç işimi iyi şekilde yaptı, hem de uygun fiyata. Burada meslek okuluna gitmiş. Çok da yetenekli olduğunu fark ettim. Mühim olan illa doktor veya mühendis olmak değil, iyi bir meslek sahibi olmak, o mesleği en iyi şekilde yapmak. O bakımdan, ister işçi olun ister sanatkar.
Tansu Sarıtaylı- Peki konuda ilginç vakalarla karşılaşıyor musunuz?
Ahmet Abut- Ben Andre Müzesi’nde Suna Kıraç’ın seramik sergisini düzenledim. Jacques Marand Müzesi, Paris’in ilk beş müzesinden biridir. 5 çocuğu vardı, “Oğlum ‘Boulaingerie’ yani ekmekçi/fırıncı olmak istiyor” deyince şaşırdım. Fakat niye olmasın, ben de mesela çok iyi bir ekmekçi veya çikolatacı olabilirdim. Ama hayatta her şey olmuyor.
Ben turizm işi yaptım, sanatla ilgilendim, fotoğraf tutkum var. Pera Müzesi’nin eski tablo, gravür, harita, bilhassa fotoğraf danışmanlığı yaptım. Hala kısmen bu işim devam ediyor.
İnsan kendi kendini de mükemmel eğitebilir. Yalnız okuldan yetişme eğitim artık gerekli. Onu yapan işçilerimiz ve çocukları buradaki seviyeye ayak uydururlar. İnsanlarımız, müzelere de giderler. Onların görüşlerinin biraz açılması lazım. Onun için kim ne yapabilir bilmiyorum, burada derneklere çok iş düşüyor.
15 GÜN PEYNİR YEDİM
Tansu Sarıtaylı- Ahmet bey, bu röportaj için zaman ayırdığınız ve hayatınızla ilgili bazı bilgileri paylaştığınız için teşekkür ederim. Benim sormayı unuttuğum veya sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ahmet Abut- Bazı küçük anılarım ekleyeyim o zaman. Buraya ilk geldiğimde Fransızların iyi peynirleri var dediler. Bir markete gittim, 8 kutu değişik peynir aldım. İçlerinde, durdukça kokan bir peynir de var. Yani camembert. Ben 15 gün boyunca camembert yedim. Fakat şimdi artık camamber peyniri yemiyorum.
TRENİN KAPISI AÇILMADI
Başka bir anım da şöyle: Sabah Simca araba fabrikasına metroyla gidiyoruz. Ağustos ayı. O saatte Paris bomboş. Trenin bütün kapıları açıldı. Otomatik yazdığı için ben dokunmadım, fakat benim olduğum yerdeki kapı açılmadı. Bekledim bekledim diğer kapıya geçtim, fakat o kapı da açılmadı.
KARANLIKTA UYANDIM
Yeni bir sabah bir gariplik yaşadım. 15 günde bir vardiya değiştiriyoruz. Yani iki hafta gece, iki hafta gündüz çalışıyoruz. Fakat bu gece gündüz değişimine vücut hemen intibak edemiyor. Bir ekim veya kasım ayıydı, uyandım, hava karanlıktı. Sokağa çıktım. Sokakta bir acayiplik var ama çözemiyorum. Halbuki benim saat 4’te otobüse binmem lazım, gündüz ekibindeyim. Gece çalışanlar otobüsle gidiyorlar, sabaha karşı geliyorlar. Demek ben 3 saat uyuduktan sonra mesaiyi kaçırdım diye sokağa çıktım. Birisine saat kaç diye sordum. Saat 7 dedi. Sabahın yedisi mi akşamın yedisi mi dedim, bana baktı, sarhoş mu falan diye düşündü sanırım, fakat ‘sabah’ dedi. Teşekkür ederim deyim geri döndüm yattım.
ADRESİNİ DAHİ BİLMİYOR
Başka bir anım da konsoloslukta işlem yapan bir vatandaşımızla ilgili. Bu işçi kardeşimiz konsoloslukta işlem yaptırırken, “Git bize çalıştığın işyerinin adresini al getir” demişler. Bu utangaç vatandaşımız da soramamış, işyerinin kapısında yazılı olan “Attention chien méchant” (Dikkatli ol tehlikeli köpek var) yazısın adres diye yazıp gelmiş.