Fransa’ya Sigortalı işçi olmak için geldi. Torun torbaya karıştı. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajları sürdürüyoruz. Bugün de 50 yılı aşkın bir süredir Fransa’da yaşayan Ankaralı Hasan Kayabaşı ile birlikteyiz. Hasan beyin tüm hayali sigortalı bir işte çalışabilmekmiş, Avrupa’ya gelişi de sigortalı işte çalışabilmek için olmuş. Almanya’ya yazılmış ama ihtiyaç yok demişler, Kanada’dan istek gelmiş ama uzak demiş. Fransa’dan haber gelince tamam demiş.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımızda Montargis’te yaşayan Hasan Kayabaşı ile birlikteyiz. Sigortalı işte çalışmak için geldiği Fransa’da düzinelerce torun sahibi olan Hasan bey, yaşantısını ve hatıralarını paylaşacak.
Tansu Sarıtaylı- Hasan bey Fransa’ya ne zaman ve nasıl geldiniz?
Hasan Kayabaşı- İyi soruyla karşılaştım. En çok heves ettiğim şey sigortalı bir işte çalışmaktı. Fransa’ya sigortalı bir işte çalışmak için gelim.
Tansu Sarıtaylı- Buraya gelmeden önce Türkiye’de ne iş yapıyordunuz?
Hasan Kayabaşı- Ankara’da çalışıyordum, pazaryeri işlerinde çalışıyordum. Hani bu meyve sebze üzerinden pazarlara çıkıyordum. Orada bunları yaparken bizim köyden biri işe girdi, 325 lira alıyordu. Çok fakir bir arkadaştı. Çalışmasını da bilmeyen, köyden Ankara’ya gelen bir vatandaştı. Şehre gelince Hayrettin bey oldu. Bulup yiyemediğini yer oldu, giyemediğini giyer oldu. 325 lirayla başında fötr şapkayla dolaşmaya başladı. Ben de merak ettim onun girdiği iş gibi bir işe yani sigortalı işe girmek için çok araştırdım. Nihayet Osman diye bir arkadaşımla Ankara Ulus’ta İş Bankası’na işe girdik. Bir hafta çalıştıktan sonra “Size kötü bir haberimiz var, kadro fazlalığı var sizi işten çıkaracağız. Kadro açılınca sizi çağıracağız, siz şimdilik gidin” dediler.
O gün bugün çağıracaklar, bekle bekle çağırmadılar. Baktım bana orada ekmek yok, yurt dışına çıkacağım dedim, Almanya’ya yazıldım. O başvurudan da “Biz işe işçi almayı bıraktık, siz kendiniz gideceğiniz yeri yazıp müracaatınızı yapın, yeni yer yazın” diye cevap verdiler. Yazıldım ama Kanada’da iş var dediler, Kanada çok uzak. Orana ne işi yapılacak diye sordum, tarım işi yapacak iki kişi aranıyormuş. Çalışılan tarım arazisi de yılan çiyan mahlukatın olduğu bir yer diye söylediler. O vakit ben başka yerde iş olsun oraya gideyim dedim. Birkaç ay geçti geçmedi bir mektup geldi. Fransa tarım işçisi alıyormuş. Ben de giderim dedim.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’daki iş imkanını kabul edip Fransa’ya geldiniz yani.
Hasan Kayabaşı- Fransa’ya gelmek için Bolu’da imtihana girdim. Orman işi için orada bir sanayi sitesine gittim, tanıdığım arkadaştan ağaç kesim motorunu kullanmayı öğrendim. İntihan sırasında Ankara’ya öncelik tanıdılar. Yani başkentten gelenleri önce sınava aldılar. Öyle deyince şansım var diye düşündüm. Ben sınava girdim, ağacı kes dediler kestim. Sonra motoru sök tak dediler. Öyle deyince aklıma geldi bir şey uydurdum:
“Biz 8 kişi kesimciydik, bir de makineci var, bakım onarıma o bakar. Yani biz bozulanı bir kenara bırakıp çalışını alırız” dedim. Öyle söyleyince beni geçirdiler. Tabi Ankaralılardan sonra Bolu’nun uşakları geldi. Bolulular, ormanda çalıştığı için ağacın a’sından c’sine her şeyini biliyorlardı. Neyse ki biz o sınavı ağaç keserek geçtik, Fransa’ya geldik.
Tansu Sarıtaylı- Peki Fransa’ya hangi vasıtayla geldiniz?
Hasan Kayabaşı- Trenle geldim. İstanbul Sirkeci’den bindim. Hatta orada da bir anım var.
Tansu Sarıtaylı- Sirkeci’de bir anınız mı oldu?
Hasan Kayabaşı- Evet, şöyle anlatayım: Orada Uğur adında bir vatandaşı halen unutamıyorum. Bize sülüs (bilet) veren bir memurdu, yaşı 50 vardı. 3’üncü katta sülüsümü (bileti) alırken kapıyı çaldım “Gel yavrum Hasan Kayabaşı, gel şuraya otur” dedi. “Ne çok merak ettin? Elin gevurunu bizim Başkent vilayetimiz var, bak bizlerin aşı da var ekmeği de var” dedi. Ne diye yurtdışına gidiyorsun deyince ben de “Yurt dışını merak ettim. Hem burada sigortalı bir işe giremedim. Onun için gideceğim” dedim.
O da “Peki münasip buluyorsan sende git. Fakat giden çok işçilerimizi kaybettik çok işçilerimizden de faydalandık” dedi. Konuşmasına şöyle devam etti. Ben bu adamın söylediklerini ben ölesiye kadar aklımdan çıkıyor. Müdür bana şu nasihat da bulundu. Üstüne giyineceksin boğazına yiyeceksin 3 kuruş fuzili yere harcama derim. Bak burada 5 tane çocuğun var dedi burayı unutmuycaksın . “Bu masonlar Osmanlı torunlarını satıyor” dedi. “Şimdi ben bu sülüsü yani gidiş belgeni imzaladım sana 70 bin Frank, masonların kasaya giriyor” dedi. Ve öyle verdi sülüsümü.
Tansu Sarıtaylı- Peki yolculuk bitip, trenden inince nasıl devam ettiniz?
Hasan Kayabaşı- Sirkeci’den trene bindik. Üç gün üç gece yolculuk yaptık. Paris’te inince seni karşılayacaklar, orada beyaz şapkalı adamlara belgeni göster, 25 kilometre mesafede başka bir yer var, başka bir trene binip oraya göndersinler demişlerdi. Paris’te inince ak şapkalı adamların yanına vardım, elimdeki sülüsü gösterdim. Ben Fransızca bir kelime bilmiyorum. Cebimde de para yok, 3-5 Frank bile yok. O ak şapkalı adam şurada bekle dedi, beni oradaki başka bir trene bindirdi. Posta trenine bindim, elimdeki sülüsü gösterdim ama oradaki diğer adam beni kabul etmedi, kolumdan tuttu beni aşağı attı.
Tansu Sarıtaylı- Diğer trendeki görevli sizi zorla aşağı mi indirdi?
Hasan Kayabaşı- Evet. Beni aşağı indirince, ben yine o ak şapkalı adamı buldum, öyle olunca beni aşağı indiren adama çok kızdı, bağırdı. Fransızca ne konuştuysa, anladığım kadarıyla beni aldı şurada oturacak falan yere gidecek, görmüyor musun elinde kağıdı var dedi. Kağıdı da o adamın alnına doğru tuttu gösterdi. O sırada 3 tane de asker o tarafa gidiyormuş. O askerlere de tembihledi bu adamı indirirse bana bildirin dedi. Onlar da tamam dediler. Gideceği yeri biliyoruz, orada indiririz dediler. Tam inmem gereken yerde indim. Birisi geldi ben şefim dedi aldı beni çalışacağım yere götürdü.
Tansu Sarıtaylı- Peki çalışma yeri nasıldı?
Hasan Kayabaşı- Çalıştığım yere yakın meydanlık bir yerde prefabrik ev yapılmıştı. Şef, o evlerden birinin kapısını açtı, burada kalacaksın, şurası mutfağın, şura yatakhanen, şurası banyon gösterdi anlattı. Şef beni yerleştirdikten sonra ‘bonjour’ demesini öğrendik.
Tansu Sarıtaylı- Peki ne işi yapılıyordu orada?
Hasan Kayabaşı- Telefon ve elektrik direkleri yapıyorduk. Ağaç direklerinin kabuklarını soyuyordum. Orada bir iki sene çalıştım. Param da iyiydi. 7-8 saat kadar çalışıyordum, bir saat yemek molası da vardı. Şef, normal mesaiden sonra da direkleri soyar mısın diye sordu. Yaz günleri işi erken bitirince soyarım dedim. Bana bir kağıt kalem verdi. Soyduğun ağaçları yaz dedi. Ağacı iskele üstüne koyup el motoruyla soyma işi yaptım. Kaç tane soyduysam oma göre para verdi.
Fazladan 2300 Frank kazandım. Yani maaşım 1775 Frank’tı ama fazla çalışarak 3000-3200 Frank kadar yaptım. Param iyiydi fakat orada kalmak istemedim. Dizlerimden rahatsızdım, romatizma ağrısı çektim. Oradan çıkıp Montargis’teki kauçuk fabrikasına girdim. Burada 30-32 sene çalıştım. 40 yılı doldurmadan emekli oldum. O zaman 40 seneydi, 36 sene çalıştım. Bana ‘emekliye ayrılsan iyi olur’ dediler. Ben de o şekilde ayrıldım.
Tansu Sarıtaylı- Peki çoluk çocuktan bahseder misiniz?
Hasan Kayabaşı- Allah’a şükür 1979’da ailemi, çoluk çocuğumu da getirdim buraya. Yalnız başta büyük kızımı getirmemiştim, onu evlendirdim öyle getirdim. Şimdi Fransa’da torunlarım haddinden fazla, saysan 30 tanenin üzerindedir.
Tansu Sarıtaylı- Maşallah, Allah bereketli ömür versin hepsine. Hasan bey Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?
Hasan Kayabaşı- Şimdi düşünmüyorum desem yalan olur. Orası daima benim vatanım, kalbimden çıkmayan bir vatan sevgim var. Ama burası da ikinci vatan oluyor. Anlarınız. Çocuklar, torunlar burada. Oğlumun birisi döndü. Hayat böyle akıyor. Hatta bu sene damadımı kaybettim.
Tansu Sarıtaylı- Başınız sağ olsun.
Hasan Kayabaşı- Muhasebe müdürüydü, beyin kanaması geçirdi.
Tansu Sarıtaylı- Peki çocuklar, torunlar dönmeyi düşünürler mi?
Hasan Kayabaşı- Biri Türkiye’ye döndü, 10 sene kadar oldu. Hepsi iyiler, orada Fransızcayı devam ettiriyorlar. Hatta evde 3-5 kuruş çalışıyorlar. Torunun birisiyle gelin uçak bileti satışı yapıyor. Fransızca bildikleri için o işi yapabiliyorlar. Gelinim yüksek tahsilli, aile bütçesine katkı sağlıyor, bu işi de evden yapıyorlar. Oğlum Ankara Sincan’da hayatından memnun.
Fakat bir şey daha var onu da geçemeyeceğim.
Rahmetli eşim hayattayken, bana dedi ki Fransa’da olan bir çocuğumuzu gerçi 1980 doğumlu, çocuk da sayılmaz artık 44 yaşında. Oğlanı evlendir, aile kursun dedi. Onu ‘baş göz’ edeyim diyorum. Buralarda böyle bir şeye düştü. Hamza Yıldız bey var ya ona götürdüm, belki okur diye çok uğraştım. Bunu okutamadım. Ne bileyim, evde yanımda şimdi. Biraz Türkiye’deyim, biraz burada onunla. Onu burada yalnız koymamak için vaktim geçiyor. Allah ömürlerini uzun etsin sen çocuklarımın hepsinden memnunum.
Tansu Sarıtaylı- Önemli olan bu memnuniyet, mutluluk. Hasan bey, ilk geldiğiniz zamandan unutamadığınız bir anınız var mı?
Hasan Kayabaşı- Olmaz olur mu çok var. Birini şöyle anlatayım: Bir gün komisyon (bakkaldan yiyecek) almaya gidiyorduk. Yanıma da turist gelmiş bir arkadaşı aldım, o da artık rahmetli oldu. O turist arkadaşla ufak tefek şeyler alacağız. Zaten küçük bir köydeyiz. Oranın ufak bir eski bakkalı vardı. Fakat bakkalda kasa kısmına, reyonunun arkasına geçilmezdi. Bir şey istiyoruz, onlar kasa arkasından alıp getiriyorlar.
Yumurta istemeye gittik yumurtayı tarif edemiyoruz, yağ alacağız tereyağını, konserveyi tarif edemiyoruz. Bakkaldaki kadın da durumu anlamış. Madem bunlar bizim dilimizi bilmiyor, hem işlerini görelim hem kelimeleri öğrensinler demiş. Bizi kasa arkasına davet etti. Tezgahı kaldırdı bana işaret etti. Şimdi gösterin ne istiyorsunuz diye izah etti. Ben de ürünlerin yanına geçtim yumurtayı aldım, kadın anladım ‘œuf’ dedi, tereyağı aldım kadın anladım ‘beurre’ dedi, nohut konservesi aldım kadın anladım ‘pois chiches’ dedi. Öyle öyle alacaklarımız aldım, kadın da bize alıştı. Günlerimiz böyle geçti.
Tansu Sarıtaylı- Ağzınıza sağlık teşekkür ederim Hasan bey eksik olmayın.
Hasan Kayabaşı- Bu ne zaman yayınlanacak kitap mı olacak?
Tansu Sarıtaylı- Siz anlattınız, biz bunları bir kitap haline getireceğiz. Siz ve sizin torunlar bunu okurlar.
Hasan Kayabaşı- Kitap halinde bunu yayına koymadan bu videoyu acaba Türkiye’de görebilirler mi?
Tansu Sarıtaylı- Evet. Merak etmeyin her yerden izlenebilir.
Hasan Kayabaşı- Tamam hodrimeydan.tv diye bir siteniz var oradan bakarlar. Çocuklarım da öylece beni görmüş olurlar, çok sevinirim, size dua ederim.