Fransa’ya öğrenci bursuyla geldi. Cumhurbaşkanlığı Sarıyı Elysee’de ağırlanan bir yazar oldu. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajımızı sürdürüyoruz. 53 yıldır Fransa’da yaşayan yazar Nedim Gürsel, yüzlerce kitaptan oluşan şahsi kütüphanesinde, Fransa’daki yarım asırlık yaşantısını özetledi. Yazar Gürsel, öğrenci bursuyla geldiği Fransa’da cumhurbaşkanları tarafından davet edilmesinin nedenini de açıkladı.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlara devam ediyoruz. Bu seferki röportaj konuğumuz yazar Nedim Gürsel. Ünlü yazardan, Fransa’daki yaşamı, gördüklerini, görüşlerini ve bazı anılarını paylaşacak.
Tansu Sarıtaylı- Nedim bey Fransa’ya ne zaman geldiniz?
Nedim Gürsel- Fransa’ya 1971 yılının eylül ayında geldim. Burada yarım yüzyıl olmuş. Demek ki ömrümün çoğu gitti azı kaldı. O yılların büyük kısmın Paris’te yaşadım.
Tansu Sarıtaylı- Nedim bey, Fransa’ya geliş amacınız neydi?
Nedim Gürsel- Benim Paris’e demir atmam aslında bir seçim değil, bir zorunluluk oldu. 1970 yılında Galatasaray Lisesi’ni bitirdiğimde Paris’e gelmek gibi bir amacım yoktu. Hatta Fransız hükümetinin bana başarılı bir öğrenci olduğum için vermek istediği burs teklifini de reddetmiştim. Türkiye’de kalmak istiyordum. Daha o zamanlar ilk öykülerim, dönemin kalburüstü dergilerinde yayınlanıyordu. Biraz da siyasi hareketin içindeydim, daha çok gözlemci olarak. Doğrudan militan olarak değil tabi. Daha sonra ‘12 Mart muhtırası’ geldi. O zaman ben kaydımı İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi bölümüne yaptırmıştım.
Henüz birinci sınıftaydım. Fakat bazı yazılarım sebebiyle soruşturma açıldı. Gorki ve Lenin üzerine yazdığım ve Halkın Dostları dergisinde yayınlanan bir yazım sebebiyle askeri savcı yedi buçuk yıl hapis cezası istedi. Halkın Dostları dergisi, İsmet Özer ile Ataol Behramoğlu’nun çıkardığı siyasi eğilimli ama daha çok edebiyat ve kültür dergisiydi. Bu olumsuz gelişmeler üzerine, daha önce almadığım bursumu, bir yıl sonra bana vermeleri için İstanbul’daki Fransız Enstitüsü’ne başvurdum.
Öylece 1971 yılında Fransız hükümetinin burslu öğrencisi olarak Paris’e geldim. Sorbonne Üniversitesi’nde Fransız edebiyatı öğrenimi tamamladım. O dönemin ünlü yazarlarından ve hocalarından Prof. Etiemble’nin (René Ernest Joseph Eugène Étiemble) bana büyük desteği olmuştur. Prof. Etiemble, tezimi yönetmenin dışında ilk kitabım olan ‘Uzun Sürmüş Bir Yaz’ adlı romanımın çıkmasına da destek oldu, hatta önsözünü yazdı.Tuhaf bir geçmişten söz ediyoruz. 50 yıldır buradayım dedik. İlk kitabım, yayınlanalı 40 yıl oldu ama kitap hala kitapçılarda var. Türkiye’de olsa 40 yıl sonra böyle bir şeyi bulmanız zor olur.
Tansu Sarıtaylı- Nedim bey, Fransa’ya ilk geldiğiniz yıllarda Türkiye’de olup da burada bulamadığınız, özlemini çektiğiniz bir şey oldu mu?
Nedim Gürsel- Tabii ilk geldiğimde İstanbul özlemiyle doluydum açıkçası. Sonradan bu zaten yazılarımı da etkiledi. Eğer İstanbul’da kalsaydım, kitaplarımda İstanbul’dan bu kadar fazla söz etmezdim. Yani ‘Sevgilim İstanbul’ başta olmak üzere hemen hemen bütün romanlarında İstanbul şu ya da bu biçimde anlatının gerçek kahramanı oldu. Kimi zaman ‘Boğazkesen’ romanımda olduğu gibi yer aldı.
Dostluk havasını özledim, çünkü yaldızdım. Burada bir öğrenci odasında Fransa hayatıma başlamıştım. Dostluklar daha sonra geldi. Aşklar da öyle. Ama ilk yıllar yalnızlık yıllarıydı. 20 yaşındaydım ve İstanbul’un denizini, Boğaziçi’ni özledim. Çünkü Anadolu Hisarı’nda büyümüştüm. Galatasaray Lisesi’ndeki arkadaşlarımı özledim. Tabi birkaç arkadaşım sonrada buraya geldi. Nejat gibi, Ferhan Şensoy gibi Allah rahmet eylesin ve Hüsnü Dilli gibi. O şimdi İzmir’e yerleşti.
Açıkçası o zamanlar edebiyat çevrelerine yeni yeni girmeye çalışan, çiçeği burnunda genç bir yazardım ve yazarlarla tanışmak için de meyhanelere gitmek gerekiyordu. İstanbul’daki o ortamlara özledim. Bizim okulun karşısındaki ‘Yakup’ meyanesi vardı, daha sonra onun müdavimleri arasına katıldım. Ama bizim lisenin tam karşısındaki pasajda biraları içerek birkaç meze atıştırır, güzel sohbetler ederdik. O dönemi ve o sohbetleri özledim. Yani Paris’e ilk geldiğimde İstanbul’daki o atmosferi bulamadım ve çok özledim.
Tüm bu özlemlere karşılık Paris de bana birçok şey getirdi. Kaybettiklerim de oldu, kazandıklarım da. Bu bir ilaç gibi, yani bazı yan etkileri olabiliyor ilacın. Ama sonunda kazanç mı kayıp mı ağır basıyor diye sorulsa diyebilirim ki Paris’e gelmem sürecinde kazanç daha ağır bastı, Paris bana çok şey kazandırdı.
Tansu Sarıtaylı- Peki Paris’e ilk geldiğiniz yıllarda Fransa’da fazla Türk yoktu. O zamanlar Fransızların Türklere bakışı nasıldı?
Nedim Gürsel- Haklısınız. Bazı Türk arkadaşlar vardı ama sayıları bugüne oranla epey azdı. Daha çok işçi kesiminden gelenler çoğunluğu oluşturuyordu. O zamanlar Fransa daha fazla konuksever bir ülke görünümündeydi. Bu ölçüde siyasetçiler, yabancı düşmanlığını bu ölçüde dillerine dolamamıştı.Bir örnek vereyim. 1971’de 12 Mart muhtırası geldikten sonra, Türkiye’de olan bitenleri yakından izleyen Fransızlar, Türklere karşı bir sempati duyuyorlardı. Çünkü ülkede otoriter bir yönelim söz konusuydu sonra demokrasiye geçildi. 1973’te Ecevit iktidara gelince benim hakkımdaki dava da düştü.
Ondan sonra ben Türkiye’ye kolayca gidip gelmeye başladım. Ta ki 12 Eylül 1980’e kadar. O günlerde doktoramı bitirmiş ve Türkiye’ye dönmüştüm. Tam da üniversitede görev almak üzereyken bu sefer General Kenan Evren’in darbesi oldu. Darbeden sonra ilk kitabım olan Uzun Sürmüş Bir yaz toplatıldı. Yine askeri mahkemede yargılanmaya başladım. Dolayısıyla tekrar Paris’e geldim ve artık Buraya yerleştim. Çünkü Fransa Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi’nde (CNRS) bir göreve başladım. Kolay bir şey değildi. Sorbonne Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat ve Türk edebiyatı dersleri vermeye başladım. Diyebilirim ki 1980’den itibaren bir anlamda Parisli oldum. Fakat bir Türk yazarı kalmayı da başardım galiba.
Tansu Sarıtaylı- Burada sizden başka bu kadar Türkçe eser vermiş başka bir Türk yazar yok gibi.
Nedim Gürsel- Yani bir yazarın ülkesi her şeyden önce dilidir. Ben ana dilime bağlı kaldım. Kurmacı alanındaki kitaplarımı, yani romanlarımı, öykülerimi ve gezi yazılarımı Türkçe yazdım. Fransızca’ya veya başka dillere çevrildi. Ama akademik alandaki çalışmalarımı Türk yazarları üzerine yazdığım incelemeleri (Yaşar Kemal gibi, Sait Faik gibi, Nazım Hikmet gibi) Fransızca yazdım. Bunların daha sonra Türkçe versiyonlarını da hazırladım. Ama kendimi Paris’te yaşayan bir Türk yazarı olarak tanımlıyorum.
Şimdi diyorum ki epeydir de Parisliyim. İstanbul sevgimden bir şey eksilmedi ama bu kadar uzun süre kaldığım bu kenti de seviyorum ve Paris bana evrenselliğin kapılarını açtı diyebilirim. Eğer Parisli olmasaydım, kitapların belki bu kadar çok başka dillere çevrilmezdi. Yani Fransa’da oluşumun ve Fransız yayımcının önemli bir etkisi olduğunu söyleyebilirim.
Tansu Sarıtaylı- Geldiğiniz yıllarda Fransızların Türklere sempatisi olduğunu söylüyorsunuz. Peki bugün Fransızların Türkiye’ye ve Türk toplumuna bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nedim Gürsel- Bakışları bence çok olumlu değil. Bunda Türkiye’nin bir türü gerçek anlamda demokrasiyi kuramamasının da bir etkisi var, siyasi nedenleri de var. Ama daha çok ekonomik nedenler. Çünkü yabancıların sayısındaki artış ve burada yaşanan birtakım siyasi sorunlar bu bakışı değiştirdi.
Şöyle anlatayım: Fransa’daki neredeyse bütün kitap fuarlarına gittim. Mesela Saint Malo’dan, Toulon’a, Metz’den Nancy’e derin Fransa dediğimiz başka küçük kasabaların bile fuarlarına katıldım. Ve orada benimle tanışmak isteyen okurlar genelde Türkiye’ye çok olumlu bakıyorlar. Çünkü Türkiye’ye gitmişler ve benim kitaplarımı alıp okumalarının nedeni de aslında Türkiye’de çok kabul görmeleri, çok konuksever bir halkla tanışmış olmaları. Öyle diyorlar bana. Böyle Fransızlar da var.
Ama burada aşırı sağın yükselmesinin de bir nedeni var. Bu muhatap olduğumuz söylem, yabancı düşmanlığı söylemi ne yazık ki Fransa gibi aslında çok konuksever ve yabancıları bağrına basmış bir bir ülkede böyle bir gelişmenin olması da doğru değil. Onun için üzülüyorum. Fakat bu bir gerçek. Fransa’daki Türk cemaatine dönecek olursak, toplumla bütünleşmemiş, Fransız toplumunun değerlerine yeterince sahip çıkamamış Türklere karşı bir küçümseme olduğunu gözlemliyorum. Ama Türkiye’ye giden, Türkiye’yi merak eden Fransızlarda da bunun tam tersine bir ilgi, bir sevgi olduğunu gördüm. Her iki yaklaşım da var diyebilirim.
Tansu Sarıtaylı- Nedim bey, artık Fransa’da 800 binin üzerinde vatandaşımız var. Buradaki Türk toplumuyla az çok içli dışlı olmasanız da gerek toplantılarda gerek konferanslarınız öğrencilerle de karşılaşıyorsunuzdur. Bu şartlar altında Türklerin Fransa’daki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Nedim Gürsel- Tabii Türkler baştan büyük güçlüklerle karşılaştı. Ben ‘Son Tramvay’ adlı yapıtımda bulunan dört öyküde, Türk işçilerinin bu hazin durumunu anlatmaya çalıştım. ‘Müslüman Mezarlığı’ adlı öyküde olduğu gibi ya da ‘Tünel’ adlı öyküde olduğu gibi. Yani, bir gözlemci olarak Türklerin burada Türk emekçilerinin nasıl yaşadıklarını izledim diyebilirim. Bu izlek de bu temada kitaplarımda yer aldı. Konferanslarımda Türklerle, Fransa’nın çeşitli kentlerinde yaşayan Türklerle buluşma imkanım oluyor. Buradaki Türklerin daha çok çekingen ve biraz toplumun yani Fransız toplumunun dışında yaşadıklarını gözledim.
İkinci kuşakla da tanışma imkanım oldu, çünkü üniversitede 35 yıl ders verdim. İkinci kuşak dediğimiz burada doğup yetişen Türkler, üniversiteye geldiklerinde onlarla öğrencilerim olarak tanışma imkanım oldu. Onların da Türk diliyle ilgili sorunları olduğunu gözlemledim, yani Türkçeleri yeterli değildi ve zaten belki de onun için benim derslerime geliyorlardı. Ben dersi Fransızca olarak veriyordum, dolayısıyla onlar için dil ve anlama sorunu olmuyordu.
Fakat şunu da söyleyebilirim, az önce belirttiğim gibi ben Fransa’daki kitap fuarlarını çok dolaştım. Ancak orada gelip kitap alan Türk sayısı çok enderdir, hemen hemen hiç yoktu diyebilirim. Bazen Türk vatandaşlar gelir sizi lafa tutar işte Nedim bey şöyledir böyledir siyasetten konuşur. Bu da güzel bir şey tabi ama benim orada işim okurlarımla konuşmak ve kitap imzalamak.
Tansu Sarıtaylı- Vatandaşlar sizin kitabınızı almak için veyahut da kitabınızı okumak için değil ama sizinle tanışmak, kişiliğinizi görmek için geliyormuş.
Nedim Gürsel- Evet benimle sohbet etmek için geliyor. O da iyi tamam ama yani merak edip kitabı açıp bakan Türk çok az. Hiç yok demeyeyim ama hani ne yazmış bu, yazdığı onları pek ilgilendirmiyor. Ama fuara bir Türk yazar gelmiş olması yetiyor onlara. Yani sohbet ortamının oluşması için ama bir kitap fuarı sadece sohbet ortamı olamaz. Karşılıklı bir bilgi alışverişi ve o yazarın serüveni hakkında bir merak da söz konusu olmalı. Bu, vatandaşlarımızda çok az.
Tansu Sarıtaylı- Peki başka bir şey sorayım, Fransa’da bir Türk yazar olmak nasıl bir durum?
Nedim Gürsel- Şimdiye kadar benim burada bir sorunum olmadı. Paris’e geldiğimde 20 yaşındaydım ve Fransızca biliyordum. Zaten Galatasaray Lisesi’nde okumuştum ve babam Fransızca öğretmeniydi. Ama ne yazık ki babamın bana Fransızca öğretmeye fırsatı olmadı. Çünkü çok genç yaşta bir trafik kazasında babam Orhan Gürsel’i kaybettim.
Burada dil sorunum, iletişim sorunum olmadı. Yalnızlık sorunum oldu. Çünkü üniversitenin ilk yılını Poitier şehrinde okudum. Fransız hükümeti, burslu olduğum için beni Poitier’e gönderdi. Daha sonra Paris’e geldim ve Sorbonne’a devam ettim. Doktoramı da Sorbonne’da yaptım. Bütün bu süreç boyunca üniversitede ancak yabancı öğrencilerle bir dostluk olabiliyordu.
Fransızlar hafta sonları ailelerinin yanına gidiyorlardı ve bir taşra kenti olan Poitier gerçekten yalnızlığın başkenti gibiydi. Paul Eluard’ın deyişiyle Fransız taşrası biraz öyledir. Paris ise kozmopolit bir kent. Paris’te dostluklar daha çabuk kurulur. Öte yandan neredeyse bir ergen olarak geldiğim için burada üniversitede tabiri belki caiz olmayabilir ama bir ‘kadın cennetinde’ buldum kendimi. Yalnız uzaktan gözlemle zaman geçtikçe Fransızlarla ilişkilerim gelişti. Biraz tanınmaya başlayınca Fransa’da yazar olarak durum tamamen değişti.
Tansu Sarıtaylı- Zaman geçtikçe durum nasıl değişti Nedim bey?
Nedim Gürsel- Ne bileyim yani bazı önemli siyasetçiler bile beni davet etmeye başladı. Fransa eski Cumhurbaşkanlarından François Mitterrand okurlarımdandı. Kendisi beni Cumhurbaşkanlığı Sarayı Elysee’ye birkaç kez yemeğe davet etti. Hatta şurada kütüphanede görünen fotoğrafı var. Cumhurbaşkanı Mitterrand’dan sonraki dostum da François Holland, malumunuz o da Fransa Cumhurbaşkanlığı yapmıştı, onunla da fotoğrafım var. O da beni resmi ziyaret için Türkiye’ye gittiğinde yanında götürürdü.
Eski Kültür Bakanı Jac Lang ile de tanıştım. Bunlar gibi bir sürü siyasi figür var. George Marche Fransa Komünist Partisi’nin Genel Sekreteriydi o dönemde. Yani diyeceğim burada kabul ve itibar gördüm. Ama bunlar ancak ‘yazar’ olduğum anlaşılınca mümkün oldu. Sade bir Türk olarak burada yaşıyor olsaydım o kadar kabul görmeyebilirdim.
Tansu Sarıtaylı- Yarım yüzyılı aşkın bir süredir Fransa’da yaşıyorsunuz. Tabii Türkiye’ye de gidip geliyorsunuz. Peki Türkiye’ye kesin olarak dönme gibi böyle bir düşünceniz var mı?
Nedim Gürsel- Biliyorsunuz, kitaplarım önce Türkiye’de yayınlanıyor. O vesileyle ya da başka bir vesileyle de olsa sık sık Türkiye’ye gidiyorum. Orada kitap fuarları var, İzmir’de, Samsun’da bile var. Ankara’da oldu, TÜYAP’ın kitap fuarlarına davetli olarak her zaman katıldım. Başka vesilelerle de gittim, tatil yapmak için de gittim, ama daha çok çalıştım. Türkiye benim için bir çalışma alanı.
Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nde, İstanbul Aydın Üniversitesi’nde, Bahçeşehir Üniveritesi’nde ders verdim. Çalıştığım dönemler de oldu ama sonuçta Türkiye’ye temelli yerleşmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Biraz Parisli oldum. Şöyle Montagne’nin ünlü denemeci bir ara o Bordeaux Belediye Başkanlığı da yapan Montagne der ki “Beni Fransız yapan Paris”. Hem Bordeauxlu hem Paris’te, Paris onu Fransız yapmış. Ben de şöyle diyorum “Beni Paris Fransız yapmadı ama biraz Parisli yaptı.”
Tansu Sarıtaylı- Nedim bey kitaplarla ilgili olarak, okuyucularla ilgili olsun fuarlarla ilgili olsun unutamadığınız bir anınız var mı?
Nedim Gürsel- Hem Fransa’da hem Türkiye’de bu şekilde çok sayıda anım var. En ilginçlerinden biri olabilir şöyle anlatayım: Madem yaşlılıktan söz ettik, epey yıl önce İzmir Kitap Fuarı’nda Doğan Kitap’ın standında kitaplarımı imzalarken bir hayli uzun sıra vardı. Çünkü fuarın onur konuğuydum. O zamanki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı sayın Tunç Soyer’in özel davetlisi olarak burada bulunuyordum.
Genç bir okurum, kitaplarımı kucaklamış vaziyette kuyrukta bekliyordu. Sonunda sıra ona gelince dedim ki “Zahmet etmişsiniz bu kadar kitabımı almışsınız. Ben de yoruldum siz de yoruldunuz. İsterseniz kitapların bir kısmını burada imzalayayım, bir kısmını da bir kahve içelim o zaman imzalarım, hem de tanışır biraz sohbet ederiz” dedim. O da çok sevindi, benim de keyfim yerine geldi.
Güzel açık havada, genç bir hanım okurla sohbet etmenin keyfi başka olur diye düşündüm. Öylece bir kafeye gittik oturduk. Garson geldi “Ne istiyorsunuz amca” dedi. Ben de “Oğlum bari abi diyemez miydin” diye karşılık verdim. Genç kız da tamamen bu işi şakaya vurarak “Nedim bey, siz hiçbir zaman amca görünümünde olamazsınız. Siz her zaman genç bir yazar kalacaksınız” falan dedi, durumu kurtarmış oldu.
Tansu Sarıtaylı- Nedim bey, bana ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederim. Benim sormayı unuttuğumu veya sisiz söylemek istediğiniz başka bir şey varsa sizi dinliyorum.
Nedim Gürsel- Son romanım ‘Son Yolcu’da ki gerçekten otobiyografik bir romandır, biraz kendi hayat serüvenimin bilançosunu çıkardım diyebilirim. O romanda Paris’le İstanbul arasında mekik dokuyan yaşlı bir yazar var, bana biraz benziyor. Saçlar beyaz olmuş ama yaşlanmayı reddediyor, romanın sonunu söylemeyeyim. Bu ikilem, iki dil, iki kültür, iki kent arasında gidip gelmeler bana hem büyük zenginlik kattı hem de benden bir şeyler götürdü. Çünkü idare etmesi zor bir kumpas. Hem orada hem buradasınız, ne orada ne buradasınız. Dolayısıyla bunun bir zenginleştirici yönü oldu benim açımdan Paris’e yerleşmem, ama İstanbul’u unutmadan.
Türkiye’de kalsaydım herhalde başka bir çizgide başka bir yerde olurdum diye düşünüyorum. Varsayımlarla bir hayat yeniden yaşanmaz ama hayal gücünüzle o varsayımları yazıya dökebilirsiniz. Son Yolcu kitabı benim için de öyle bir roman oldu.
Tansu Sarıtaylı- Teşekkür ederim Nedim bey.
Nedim Gürsel- Tansu bey, benim burası biraz kitap müzesi gibi idare edin, ben teşekkür ederim.