Fransa’da yarım yüz yıldır yaşayan Türkler arasında sanat ve müzik sevdalısı bir kişilik Doğan Elat, bir tanıdık kanalıyla Türkiye’den Fransa’ya gelen öğrencilerin gezinti gemisinde iki bilet bulan Doğan Elat ve arkadaşı bir çok ülkenin turistik limanına uğrayıp sonunda Fransa’nın Marsilya limanına inmişler , ordan ver elini dünyanın sanat başkenti Paris’te soluğu almışlar. Paris’in kültür ve sanat dünyası Doğan beyi büyülemiş, 50 yıldır yaşamını Paris’te sürdürüyor.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlara devam ediyoruz. Bu seferki konuğumuz Doğan Elat. Türkiye’den Akdeniz şehirlerini görmeye giden öğrencilerin gezi gemisine bilet bulan Doğan Elat ve arkadaşı, birçok kentin ardından Marsilya’da gemiden indi. Dünyanın sanat başkenti Paris’te soluğu alan Doğan Elat, kendisini adeta büyüleyen bu kentte, yarım yüzyıl geçirdi.
Tansu Sarıtaylı- Doğan bey, Fransa’ya ne zaman ve nasıl geldiğinizi anlatabilir misiniz?
Doğan Elat- Merhaba Tansu bey. Fransa’ya 1974 yılında geldim, yani tam 50 yıl olmuş. Tabi buraya gelmek şans mıydı nasip miydi bilemiyorum. Aslında Paris’e üç aylığına gelmeyi planlamıştım. Türkiye’de İmar ve İskan Bakanlığı’nda çalışıyordum. O zamanlar liseyi bitirince herhangi bir üniversiteye girmek mümkündü. Bu arada beklerken üç aylığına Fransa’daki bir arkadaşımın yanına gideyim dedim. Bakanlıktan üç ay izin alarak yola çıktım. Tam 20 yaşına geldiğim seneydi, yaş günümü de burada kutladım, unutmuyorum.
Benim geldiğim zaman Cumhurbaşkanı Georges Pompidou vefat etmişti ve onun yerine de Valery Gisgard d’Esting Cumhurbaşkanı seçilmişti. Paris’e geldim zaman bu kenti çok sevdim. Burası bir sanat kenti olarak çok dikkat çekiciydi. Hele hele biz Türklere verdiği özgürlük imkanlarını düşünecek olursak kendimi çok iyi hissettim.
Ben, liseyi bitirene kadar Ankara’da yaşamıştım. Lise diplomasını aldıktan sonra ise İzmirli oldum. Fakat Ankara’da yaşadığım için başkent tecrübesi sebebiyle Paris bana daha kolay geldi.
Tansu Sarıtaylı- Peki o yaşta yola çıkmak zor olmadı mı? Yol hikayeniz de epey ilginçmiş.
Doğan Elat- Buraya gelişim tabi bir macera gibi oldu. Bir gemiyle yolculuk yapalım diye düşünmüştük. Bankacı olan bir arkadaşımla birlikte yola çıkacaktık. Ailem, bir gezi gemisine bilet bulmuştu. Lise ve kolej mezunu bütün Latin Amerikalı kızların Akdeniz turu yaptığı bir gemide iki Türk genci olarak biletlerimiz vardı. Gemi Akdeniz limanlarına uğraya uğraya sefere başladı. Pire, Napoli, Sorrento ve bütün kıyı kentlerini geze geze Marsilya’ya kadar kızlarla geldik.
Tansu Sarıtaylı- Sanata olan ilginizi nasıl farkettiniz?
Doğan Elat- Benim 6 yaşından beri sanata karşı ilgim çoktu. Gitar çalmaya başladım ve sonra da kendi kendime piyano öğrendim.
Tansu Sarıtaylı- Marsilya’da indikten sonra ne yaptınız?
Doğan Elat- Denizdeki yolculuğumuz çok eğlenceli oldu. Marsilya’da gemiden indikten sonra iki hüzünlü Türk genci olarak ne yapacaktık? Doğrusu bu biraz kafamızı meşgul etmişti. Ancak Paris’e geldiğimiz zaman benim bazı şeyler yerine oturmaya başladı. En büyük şansım Amerikan Kültür Derneği’ne gitmiş olmamdı. Akşamları İngilizcemi ilerlettim. Bunun da faydasını gördüm. Fransızca olarak çoğu kelimeyi bilmiyordum. Paris’e geldikten üç ay sonra Fransızca öğrenme arzusu baskın geldi. Bunu gerçekleştirmek için -L’Alliance Française lisan okuluna yazıldım.
Dil okulundaki öğretmenimle zamanla yakınlaştık, şu anda bir kız çocuğum var ve kendisi psikolog olarak İtalya’da yaşıyor. O, ilk eşimden olan kızım. Tabi o zamanlar 20 yaşlarındaki bir gencin düşüneceği şekilde yaşıyordum. Daha sonraları Türkiye’ye döndüm. Ancak bendeki Paris ve sanat aşkı içimde büyümeye başladı. O aralar Türkiye’de de politik gelişmeler vardı, sağ-sol çatışmaları yaşanıyordu. Üniversiteye giriş imtihanlarında istediğimiz neticeleri alamamak da var… Bu arada Fransızcayı da çok sevmiştim. Bu sebeple neden olmasın diyerek Fransa’ya geldim. Bir müddet sonra da dil öğretmenimle evlendim. O bana çok yardımcı oldu. Daha sonra iki sene daha Fransız Dili ve Edebiyatı üzerine kurs görmeye karar verdim. Bu arada kızım oldu. Ama ben herhangi bir burs veya yardım almadığım için bir yandan çalışıyordum. Hem okudum hem çalıştım. Tabi bu müzik aşkı ve gitar çalmak bana faydalı oldu. Piyanoyu da bu sıralarda öğrendim. 20 yaşında Türkiye’den gelmiş bir genç müzikle ne yapabilecekse yaptım. Restoranlarda çalıştım.
Tansu Sarıtaylı- Siz buraya geldiğinizde Fransızlar Türkiye’yi biliyor muydu?
Doğan Elat- Ben Paris’e geldiğim yıllarda Fransızlar Türkiye’ye karşı çok ilgisizdi. Tabi o zamanlar internet yok, Türkiye’yi ve Türkleri pek tanımıyorlar. Çoğu kişi bizi Arap veya Ortadoğu ülkelerinden biri olarak görüyordu. Aslında çoğunun bu konularda cahil olduğunu düşünüyorum.
O şartlarda ben de karar verdim, şayet mümkünse Fransız gibi belki kabuk değiştirmek lazımdı. Öylece Fransız gibi yaşamaya karar verdim. Tabi Türk arkadaşlarımızla çok iyi ilişkilerimiz oldu. Derneklerde de onlara sosyal konularda yardımcı olmaya çalıştım.
Tansu Sarıtaylı- Daha o yaşta zor kararlar almak gerekmedi mi? Nelerde zorlandınız?
Doğan Elat- Bu arada hiç ummadığım bir şey oldu. Ben eşimle Türkiye’ye dönmeye karar vermişken Rectorat de Versailles Rektörlüğünden bir burs kazandım, iki sene sonra bu okul kapandı. Üniversitesi rektörlük bursu alabilir miyim diye sormuştum. Yani onlara yazı yollamıştım. Bunun mümkün olacağına ihtimal vermiyorlardı. O sıralarda Fransız vatandaşlığı da almayı düşünüyordum. Hiç beklemediğim anda Versailles Üniversitesi (Université de Versailles-Saint-Quentin-en-Yvelines) bana olumlu cevap verdi. Tabi bu güzel gelişme sebebiyle Fransa’ya yerleşmeye karar verdim.
Tansu Sarıtaylı- Sonra nerede devam ettiniz?
Doğan Elat- İlk iki senelik Fransızca sonrası “Enternasyonal Promote de Tourism” diye dünyanın her yerinde çalışma imkanı veren pasaport ve diplomayla bir okula başladım. Fakat iki sene geçmedi o okul kapandı. Ben de şu anda oturduğum semt olan Nuilly semtindeki bir okulda -Ecole des Cadres Business School(Kadro Uzmanı yetişiren bir okulda başladım. Şu anda ismi değişti Paris Business School oldu. Yani iş dünyasıyla ilgili kadro uzmanı yetiştiren bir okul. Ayrıca bir turizm sektörü de vardı. Fakat şansıma ben bu okula başvuruda bulunduğum zaman oradaki okul müdürü
Türkiye’yi çok seven eski bir asker çıktı. Bana ısrarla ‘Ekol’de kal’ dedi. Nasıl olsa bir diplomam vardı, turizmi bir kenara bıraktım ve biraz da zorlamayla buraya başladım. Tabi ben bir edebiyatçıyım, sanatçıyım. Ancak bu okulun adından kaynaklanan, verdiği bir kolaylık var. Zengin bir semtte, zengin çocuklarının gittiği bir okul. Tabi o ortama uymak çok ve başarılı olmak çok zordu. Fakat okulun müdürü bana çok yardımcı oldu. Müdür beni bırakmadı, ben de okulu bırakmadım. Dört sene hem okudum hem çalıştım. O sürenin sonunda Türkiye’deki ailem de tesadüfen Paris gezisindeydi. Onlar buradayken ben de diplomamı aldım.
Tansu Sarıtaylı- Okul bittiğinde Türkiye’ye dönmeyi düşündünüz mü?
Doğan Elat- Diplomamı alınca Türkiye’ye dönmeyi düşünmedim değil. Fakat Türkiye’deki iç durum çok karışıktı. O zaman koalisyon hükümetleri vardı. Çıkmaz sokakta çabalamak gerekiyordu. Biz gençlerin de Türkiye’ye gitmesi zorlaştı. Tabi kalbimizde hep Türkiye aşkı var.
Tansu Sarıtaylı- Peki Doğan bey tekrar başa alalım, buraya geldiğiniz zaman hangi durumda zorlandınız?
Doğan Elat- Paris’e gelişim annemin de dediği gibi üç aylıktı. Çok pahalı bir kent, dünyanın kültür, ve sanat merkezinde çalışmak da oturmak da kolay değil. Ama şansım yaver gitti. Müzik bilgim, gitar çalmam, restoranlarda çalışmam ve biraz da İngilizcem işimi kolaylaştırdı. Tercümanlık yaptım. Pasha Tours’ta bazı turizm şirketlerinde ilişkilerimiz oldu. Yani turizm sektöründe sürekli çalıştım. Çünkü okuduğum okulda rektörlüğün verdiği burs yetmiyordu. Tabi bunca çabanın sonucu mutluluk diyebilirim. Diplomamı aldıktan sonra Türkiye’yi çok seven müdürüm ‘burada kalacaksın, senin gitmeni istemiyorum’ diye diretti. Üstelik, yaşlılık sebebiyle emekliye ayrılan bir matmazelin yerine beni staj ve dernek sorumlusu olarak işe almayı teklif etti. Tabi ben böyle bir toplumda nasıl çalışacağımı tam kestiremediğim için tereddüt ettim. O halde bana şu anda oturduğum evi de teklif ettiler. Ev okula aitti. Dolayısıyla 40 seneden beri de bu semtte oturma şansını da bu okuldan dolayı bulmuş oldum.
Tansu Sarıtaylı- Peki o teklif edilen işin içeriği neydi? O görevde hangi zorlukları yaşadınız?
Doğan Elat- Dernek ve staj sorumlusu olarak Fransız öğrencilere staj bulmak, şirketlerde kontrol ve denetim yapmak, öğrencilerin stajlarını yapıp yapmadıklarını tespit etmek gibi sorumluluklar vardı. Tabi o zamanlar Türkiye’yi de Türkleri de pek bilmiyorlar. Öyle bir okulda benim Türk olarak böyle bir görevi almam bazı zengin çocuklarını çok rahatsız etti. ‘Nasıl olur da bir Türk böyle bir okulun başında çalışabilir’ diye bize çelme takanlar, kötülük yapanlar çok olmuştur. Fakat sonuçta bu iki senelik okul sayesinde Fransız dünyasına girmiş oldum. Çünkü bu dernekteki sorumluluk sebebiyle Fransızlarla git gide daha fazla ilişki kurma, Fransız toplumuyla birlikte yaşama imkanı oluştu. Fakat çok zordu. Irkçılık o zamanlar da vardı. Kendimizi mümkün olduğu kadar savunmaya çalışıyorduk.
Tansu Sarıtaylı- Sonra oradan ayrılıp Türk Büyükelçiliği’ne geçmişsiniz? Nasıl oldu bu?
Doğan Elat- Bir kokteylde Paris Büyükelçiliği’nden Ekonomi ve Ticaret Müşavirimizle tanıştım. O sıralar Fransa’da yetişmiş, eğitimli bir kişiye ihtiyaç olduğunu söylediler. Büyükelçilikte çalışacaktım. Ben de böyle bir imkan olmasına çok sevindim. Sanki vatanımda işe başlamış gibi bir duygu oldu. Büyükelçilikte onurlu, şerefli bir meslek yapmak benim için iftihar vesilesidir. Ekonomi ve Ticaret Müşavirliğinde 5 seneye yakın çalıştım. Çalıştığım kadro müşavirler kadrosu ve o zaman Turgut Özal dönemine denk geliyor. Kurum, bana çok büyük tecrübeler kazandırdı. Büyükelçiler, müsteşarlar, diplomatlar, iş adamları, resmi ve dini bayramlarda çeşitli etkinlikler… Hepsi ayrı bir tecrübe. Ayrıca hem Türk hem de Fransız senatörlerle bir arada olmak olağanüstü bir imkan. Bunun yanı sıra Türkiye’den gelen kişilerle tanışmak, onları ağırlamak, iki kültürlü bir insan olarak çalışmak mümkün oldu.
Tansu Sarıtaylı- Peki Doğan bey, yarım asırdır buradasınız. Türkiye’de neyin özlemini çektiğinizi söyleyebilir misiniz? Yiyecek olur, kültür olur, nedir özlediğiniz şeyler?
Doğan Elat- Aslen İzmirli olduğum için, oranın rahatlığını kabul etmiştik. Türkiye o zamanlar Fransa’ya karşı duyarsız kalmıştı. Sebebini hiçbir zaman anlamadım. Öyle ki Türkiye yüzyıldır laik bir toplum. Napolyon kanunlarıyla, anayasasıyla buraya yakın, Avrupa Birliğiyle ilişkileri sebebiyle Fransa’ya yaklaşan bir ülke. Yani ben öyle düşünmüştüm.
Paris Büyükelçiliği’ndeki görevim sırasında Türkiye-Fransa ilişkilerini daha derinlemesine tecrübe ettim. Orada gözlemlerim daha farklı oldu. Fransızların Türkiye’yi sıradan bir ülke olarak görme çabası, hatta Fransa’nın Ortadoğu’da nüfuz (güç) kazanma arzusuyla, Türkiye’yi tanımama gayreti beni çok üzmüştü. Tabi biz de vatanımız için, gizli bir nefer gibi Türkiye’nin ne kadar modern bir ülke olduğunu anlatmaya, göstermeye çalıştık. On bin yıllık bir medeniyetin sadece turizmde değil her türlü kültür ve sanat alanında Fransızlara büyük örnek olacağını söyledik.
Burada bir parantez açarak belirteyim: İki ablam ve eşleri arkeolog. Onlar Türkiye’nin müzelerinde görev aldılar. Bu bilgi ve tecrübe benim geçmişi ve kültürel zenginliği bilmem için avantaj oldu. Bu şekilde zengin Türkiye’yi Fransızlara anlattık.
Tabi konuya Fransızlar tarafından bakacak olursak, Fransa dünyanın kültür, sanat, devrim, politika ve diplomasi anlamında yüzyılların verdiği büyük bir tecrübeye sahip. Bu alanlarda evrensel bir ülke olmayı başarmış. Biz belki bunu şimdi olduğumuzdan daha iyi yapabilirdik. Biraz coğrafi konumumuz biraz da kültürel farklılıklar sebebiyle Fransa gibi olamadık.
Ancak ben bir edebiyatçı olarak her zaman Victor Hugo’nun ülkesini hep sevdim. Tabi bunca yıl Türkiye’yi ve Türk yemeklerini özledik. Ama 1980’lerde Paris’te Türk restoranları açılmaya başladı. İnternet döneminden önce insanlar dış dünyayı ilgisizdi ve sadece kendi kültürlerine, kendi mutfaklarına bağlıydılar. Hele kırsal bölgede yaşayan Fransızların çoğunun kapalı bir toplum olduğunu fark ettim. Tabi bizim kültür, sanat ve mutfak çeşitliliğimiz bunlarda da var ama Fransızlar bana hep daha kapalı ve kendi içlerine dönük bir toplum olarak gözüktü. Hatta onların da yabancı dil bilmeye pek yatkın olmadıklarını fark ettim. Ama bizim Türklerin zekası başka. Kültür, sanat konusunda da iyiyiz. Çoğu entelektüel insanımızın da gayretiyle ve internetin de etkisiyle Türkiye hakkındaki algıyı daha ayrı bir konuma getirmeyi başardık. Tabi alınacak daha çok yol var.
Tansu Sarıtaylı- Sanat dışında başka şeylerle uğraşma imkanınız oldu mu?
Doğan Elat- Tabi hayat insanı belli bir zaman sonra kendi zevklerine, isteklerine doğru yönelmeye itiyor. Ben de edebiyatı, müziği, sanatı, kültürü çok sevmemin yanı sıra bazı fotoğraf yarışmalarına girdim. Hiç beklemediğim bir zamanda Paris Belediyesi’nde açılan ‘Paris Plajı’ sergilerinde 3000 kişi
arasında üçüncü oldum. O fotoğrafımın Paris Belediye Binası’nın üzerine asılması benim için bir başlangıç oldu. Benim ismimi gören çoğu sanatçı, fotoğrafçı ve ressam de beni tanımaya ve davet etmeye başladılar. Ayrıca yaşadığım semtteki gazetelerden de birkaç ödül aldım.
Bunların yanı sıra beş seneye yakın edebiyat kültür dergilerinde Paris temsilcisi olarak görev aldım. Buradaki her türlü kültürel konuda makalelerim yayınlandı. Bunları çok büyük bir zevkle yaptım. Şimdi fotoğrafçılığa devam ediyorum.
Tansu Sarıtaylı- Öğrencilik, sanat ve görevler içinde yarım asır geçmiş. Geriye bakınca ne görüyorsunuz?
Doğan Elat- Bu yaşımıza geldik, emekli olduktan sonra geriye baktığımızda şunu görüyorum: Fransa ve Türkiye bazı konularda, insanları da dahil olmak üzere birbirine benzeyen iki toplum. Örneğin, Almanya’ya ve İngiltere’ye gittiğinizde farklı kişileri görürsünüz ve ‘Ben vatanımdan uzaktayım’ dersiniz. Ama burada gerek Türk arkadaşlarımızın çoğalması, gerek kültürel derneklerin etkinlikleri, özellikle Anadolu Kültür Derneği sayın Dr. Demir Fıtrat Onger beyin önderliğinde yaşadıklarımız bir kültürel devrim sayılır. Kendimizi ve kültürümüzü Fransızlara tanıtmak için yaptığımız bütün çabalar daha henüz yolun başında olduğumuzu gösteriyor. Tabi burada 50 sene de kalsak Türkiye ateşi içimizde yanmaya devam ediyor.
Tansu Sarıtaylı- Peki Türkiye’ye dönmek mümkün değil mi?
Doğan Elat- Fransız gibi yaşamayı öğrendik. Türk gibi yaşamak için veya orada bir emekli olarak yaşamak için ‘mümkün’ diyebilirim. Fakat görüyorsunuz Türkiye’nin ekonomik durumu fena, enflasyon ve hayat pahalılığı çok zor. Ben bunca yıldır Türkiye’ye çok defalar gittim geldim. İnternet çağında da her şeye ulaşmak mümkün. Türkler nerede, Türk restoranı nerede bunlar zor değil artık. Tabi Türklerin iyi tanınması için daha çok zaman var ama bizi eskisi gibi Araplarla karıştıranlar daha az. Hepimizin bir nefer olarak kendimizi iyi tanıtmaya, kültürümüzü, medeniyetimizi anlatmaya gayret etmesi lazım.
Tansu Sarıtaylı- Peki Paris’e gelen Türklere ne tavsiye edersiniz?
Doğan Elat- Türk arkadaşlar veya turist olarak gelenlerin Paris’in değerini tam olarak bilmeleri mümkün değil. Çünkü kent çok zengin. Müzeler, sergiler… Hepsini tek tek anlatmak da mümkün değil. Ancak Eyfel Kulesi, Champs-Elysee ve video saplantısı var. Buralardaki karelerden öte Paris’in daha görülecek, tecrübe edilecek, paylaşılacak çok şeyi, çok değeri var. Paris’in kültür ve sanat bölümlerini ve sergilerini de görmeyi tavsiye ederim.
Bir toplum evrensel olduğu müddetçe çok şey vermeye hazırdır. Yani Fransa evrensel. Edebiyat ve sinema gibi her türlü kültürel ve sanatsal konuda öncü, hatta moda konusunda öncü. Bu öncülüğe sahip olduğu için Fransa’yı hor göremeyiz. Ne de olsa büyük ülke. Ama bizim vatanımız Türkiye de medeniyetlerin beşiği. Fakat bizim kendimizi daha iyi adapte etmemiz gereken konular var.
Tansu Sarıtaylı- Buradaki Türk toplumunun ve çocuklarının durumunu nasıl görüyorsunuz?
Doğan Elat- Burada üzüldüğüm konular var. Bazı Türk ailelerini görüyorum, çocukları burada doğup büyüyor. Hayat pahalılığı ve hayat kavgası söz konusu. Bu şartlar altında Türklerin çocuklarını iyi eğitmesi gerekiyor, bunun da imkanları var. Paris gibi bir kültür sanat şehrinde yaşayanlar için her zaman çocuklarını eğitecek imkan bulunur. Çocuklarına bunları göstermek lazım. Sergileri, festivalleri, müzeleri ziyaret etmek gerekiyor. Onların bir Fransız gibi yetişmesini istemiyorsanız dahi evrensel medeni bir insan olması için gayret edebilirsiniz.
Tansu Sarıtaylı- Doğan bey, Türk toplumuna bakış nasıl? Yani sizin ilk geldiğiniz yıllarda Fransızlar nasıl davranıyordu şimdi nasıl davranıyor?
Doğan Elat- Eskiden Fransız toplumu daha kapalıydı ve Türk sayısı azdı. Türklerin yoğun olarak çalıştığı konfeksiyon sektörü de Türklerin işi gibiydi. Diğer taraftan belli seviyede imkanlara sahip olarak (elit olarak) veya Fransız liselerinden gelenlerin çoğu kapalı bir toplum olarak yaşamayı tercih etti. Türkiye’de Fransız dilini ve kültürünü öğrenmiş kişilerin buraya geldiğinde kendi aralarında yaşamasının da sonuçları oldu.
Dolayısıyla o yıllarda Fransızlar Türkiye’yi pek tanımıyorlardı. Turist olarak gidenler de Türkiye’nin ne kadar uygar olduğunu görünce şaşırıyordu. Türklerin medeniliğini, Türk yemeklerinin lezzetini birbirlerine anlatan kişilerin heyecanını tahmin edersiniz. Fakat bunlar hep folklorik bir görüntü olarak algılandı. Ne edebiyatımız, ne sanatımız buraya yeterince güçlü bir şekilde gelebildi. Örneğin 50 senedir burada isim yapıp televizyona çıkan, şarkı söyleyen Türk sanatçı bile arasan çok azdır. Bunlara hep üzüldük.
Fakat internet sayesinde bunları fark etmek, aramak bulmak çok kolay. Hatta yayınları Türkçe’den Fransızca’ya çevirmek de yapay zeka sayesinde artık zor değil. Diğer yandan kültür ve sanatın yanı sıra iş dünyasının da çeşitli sektörlerde tanıtım atağı yaptığını söyleyebilirim.
Tansu Sarıtaylı- Tabi, teknoloji sayesinde çok şey değişiyor. Peki sizce toplum nasıl değişiyor?
Doğan Elat- Evet toplumda da bir değişim var. Bu değişim Fransa’dan geliyor. Niye diyeceksiniz, Fransız kentleri, kozmopolit yapısıyla, modern ve modaya, yaşam stiline daha muhafazakar olarak sarılan Fransızların ve burada doğmuş büyümüş kişilerin bir arada yaşadığı bir ülke olarak tanınır ve içindekilerce de öyle hissedilirdi. Afrikalı göçmenlerin gelmesi ve sonrasında dünyadaki konjonktürel temaslar sebebiyle ilişkilerin değişmesi, Fransa’daki hassasiyeti ve ilişkileri de çok değiştirdi. Hatta başka bir rotaya sevk etti (yönlendirdi). Tabi Fransa her şeye rağmen cumhuriyetiyle, kültürüyle, sanatıyla bizi hep düşündürecek ve bizlere fikir verecek. Bu tecrübeden faydalanmak bizim için mümkün ama bunun ikili, iki yönlü olmasında fayda var. Türkiye’deki tarihi ve kültürel zenginliği Fransa’da tanıtmak için projeler üretilebilir. Karşılıklı ziyaretleri ve temasları artırmanın da faydası olabilir.
Benim dileğim, Türkiye hak ettiği şekilde Avrupa Birliğinin bir ülkesi olabilir, olması gerekiyor. Eninde sonunda Avrupa’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin de Avrupa’ya bağlı olacağını düşünüyorum. Her iki toplumun da birbirine vereceği çok şey var.
Fransızlar çekingen. Kendi toplumlarının dışındakilere doğru adım atmayı pek beceremiyorlar. Ama kendi içlerinde güven hissettikleri zaman, uyum, frekans sağlayacak birileri karşılarına çıktığında ‘canımı veririm’ diyerek yardımcı olacaklarına, birlikte proje üreteceklerine yürekten inanıyorum. Kültürler farklıdır ama yakınlaşmak mümkün.
Tansu Sarıtaylı- Peki Doğan bey, bu noktada Türk gençlerine bir tavsiyeniz olur mu?
Doğan Elat- Ben, Türk gençlerine Fransız kültürünü öğrenmelerinin yanı sıra Fransızca’yı da tavsiye ederim. Tabi eskisi kadar popüler bir dil değil, ama her zaman için şık bir dil. Her zaman düşünmeyi, fikirlerimizi geliştirmeyi bize öğreten bir dil. Tavsiyem odur ki Türk gençleri, Fransız edebiyatı da okusunlar, Fransız yazarlarının kitaplarını okusunlar.
Tansu Sarıtaylı- Doğan bey, burada yarım asır geçmiş, bunca şey görmüşsünüz. Peki Fransa’ya geldiğinizden memnun musunuz?
Doğan Elat- Memnunum. Çünkü Paris’e severek geldim. Paris’in dışında bir yerde kalabilir miydim bilmiyorum. Paris’in kültürel ortamına, diline alıştım ve uyum sağladım. Öte yandan Türkiye’ye de gitmek lazım. Ben şanslı bir kişi olarak sık sık gidebiliyorum. Meslek sebebiyle haftada iki kez gittiğim olurdu. Bu trafik çok sık ve kolay olduğu için artık her iki tarafı da ülkem gibi kabul etmeye başladım. Tabi eşimin Fransız olması ve kızım sebebiyle, üstüne dostlarımızın da burada olması sebebiyle burada olmaktan memnunuz.
Türkiye’deki dostlarımız da eksik olmasın. Türkçe’de güzel bir söz vardır “Dostlar sağ olsun” diye. Onlar sağ oldukça bizler de var olacağız demektir.
İnşallah bu iki tarafla yaşantımız (Türkiye ve Fransa’daki yaşantımız) günün birinde lazer ışıklı olur. Bunu bana bir Fransız söylemişti. Yani öyle bir şey isterim ki lazer ışığı gibi anında istediğim yere ulaşmalıyım. Tabi bunu şu anda yapabilecek bir teknoloji yok, ama internet sayesinde her yeri gezip görebiliyoruz.
Tansu Sarıtaylı- Peki Doğan bey, buradaki Türk toplumunun geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Doğan Elat- Politik, psikolojik, sosyolojik nedenlerle ve konjonktürel etkilerle Fransa’da bir kimlik sorunu yaşanıyor. Tabi dünyada yaşanan savaşların ne getireceği belli olmayan bir dönemdeyiz. Buradaki kimlik sorunu içinde burada doğmuş ve büyümüş Fransızların, gözmenler veya buralara (kaçak veya değil) işçi olarak çalışmaya gelenlerle ve mültecilerle çok büyük problemleri var. Tam bir kaynar kazan. Bu arada biz Türklerin daha da çoğalması ve yer edinmesi mümkün, ama isterdik ki zamanıyla kömür için bir araya gelen ülkeler (Avrupa Ekonomik Topluluğu), Türkiye’ye de değer versin. Türkiye de bu ‘Birlik’ serüvenine katılsın.
Öte yandan Türk gençleri zeka ve tecrübe olarak her türlü hayat zorluğunda güzel işler yapıyorlar, Fransa’da daha iyilerine yapacaklarına eminim. Ama dediğim gibi, burada yaşıyorlarsa, içlerine kapanmadan, kapalı bir toplum değil, Fransa ile Fransız toplumu ile uyumlu ve iletişim halinde bir toplum olarak. İnsanlarımız, eğer mümkünse buranın yerli insanı gibi yaşamayı öğrenmeliler. Türkler bazı sektörlerde çok başarılı oldu. Ancak birçok sektöre hiç el atmadığımızı görüyorum. Türk gençleri zekasıyla özellikle bilgisayar, yazılım, yapay zeka konusunda önemli işler yapabilir. Burayı kaçırmayalım.
Tansu Sarıtaylı- Doğan bey, hayatınızı anlattığınız, görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Doğan Elat- Ben buraya 20 yaşında Fransızca bilmeyen bir Türk genci olarak geldim. Fakat içimdeki kültür ve sanat aşkı bana hep yol gösterdi. İnsan isterse, gayret ederse her istediğine kavuşabilmesi mümkün oluyormuş, bunu yaşadım. Röportajın başında anlatmadım ama ben onca şeyin içinde sinema sektörüne de girdim. Fransız bir arkadaşımın Türkiye’de film çekmesi ve memnun kalması sebebiyle müsait oldukça bazı Fransız film ve dizilerinde ufak tefek rollerde oynadım. 124 adet yapımda bazen doktor, bazen noter bazen gezgin olmuşumdur. Ama bunu mesleki olarak değil tecrübe olsun diye yaptım. Amatör kuyruklu yıldız misali. Türk gençlerine de şunu söylemek istiyorum: İnsan isterse arzuladığı işleri başarabilir.