FRANSA’DA YARIM ASIRDIR YAŞAYAN TÜRKLERDEN / MÜBECCEL GEVHER

133
18 Ocak 2025 tarihinde Tansu Sarıtaylı tarafından eklendi

Paris’te 1968 olaylarının zorluğunu yaşamış olan Mübeccel Gevher hanım, şimdi torunlarına ananevi Türk gelenek ve yemek tarifleri öğretiyor.

Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımıza devam ediyoruz. Bugün, Türkiye ile Fransa arasında 8 Nisan 1965’te imzalanan iş gücü anlaşmasının gerçekleştiği yıl evlilik dolayısıyla Paris’e gelen Mübeccel Gevher hanımın hikayesini okuyacaksınız. Mübeccel hanım, ilk geldiği yıllarda Fransa’da yaşadığı zorlukları ve uluslararası bir kurumda 35 yıl nasıl çalıştığını özetledi.

Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajları sürdürüyoruz bugün de Mübeccel Gevher hanımla birlikteyiz. Kendileri 1965 yılından bu tarafı Fransa’daki yaşantısını anlattı.

 Tansu Sarıtaylı- Mübeccel hanım, Fransa’ya ne zaman geldiniz?

Mübeccel Gevher- 1965 yılının kasım ayında Fransa’ya geldim. O dönem akademinin son yıllarında tesadüfen bir Fransız genciyle tanıştım. Sonradan eşim olan bu adamın çok yakışıklı olduğunu hatırlatmak isterim ki biz birbirimize aşık olduk. 5 Ekim’de İstanbul’da evlendik. İki üç hafta sonra Fransa’ya geldik. Tabii ki benim için büyük sürpriz oldu.

Tansu Sarıtaylı- Fransızca biliyor muydunuz? Neler yaşadınız?

Mübeccel Gevher- Fransızca tek kelime bilmiyordum. Mesela bazı şeylere çok şaşırıyordum. Bir berber salonunun kapısında Coiffeur (Kuaför) yazıyordu, hayret ediyordum. Fransızlar, kuaför derken kendilerine neden bu kadar zorluyorlar derdim. Çünkü Türkçede yazıldığı gibi konuşuyoruz. Çok kolay bir sistem. Tabi Atatürk sayesinde bu sisteme kavuştuğumuzu da hatırlatmak isterim. Ben Atatürk gençliğini temsil eden bir kadınım.

Tansu Sarıtaylı- Mübeccel hanım, geldiğiniz zaman zorlandınız mı?

Mübeccel Gevher- Elbette çok zorlandım. Lisan en önemlisiydi, ayrıca maddi imkanlarım da çok değişmişti.

Tansu Sarıtaylı- Türkiye’deki yemeklerini özlediniz mi Mübeccel hanım?

Mübeccel Gevher- İstanbul’da bir genç kız olduğum için ekmek elden su gölden dediğimiz tarzda yaşamaya devam ediyordum. Halbuki buraya geldikten sonra büyük mesuliyetler beni bekliyordu. Onun dışında zorlandığım başka bir şey hatırlamıyorum. Hatta tamamen tersine. Pek çok Türkün özlediği Türk yemeklerini hiçbir zaman özlemedim. Bir anekdot paylaşayım, ben yemeğe çok meraklıydım, annem de bunu iyi bilir. Beni ziyarete geldi, bir ay kadar kaldı. Giderken boynuma sarılıp ağlamaya başladı. Niye alıyorsun diye sorduğumda “Kızım sen Almanya’ya gittin çok beğenmedin, İngiltere’ye gittin yine beğenmedin. Hep geri döndün. Fransa’dan da dönersin sanmıştım. Ama buradaki yemekleri ve Fransız mutfağını görünce ben seni kaybettiğimi anladım” dedi. Annem, haklıydı. Aman şu da olsaydı demedim. Maddi imkanlarım çok parlak olmadığı halde yine de Türk yemeklerini özlemiş sayılmam.

Tansu Sarıtaylı- Geldiğiniz yıllarda Fransızların Türklere bakışı nasıldı?

Mübeccel Gevher- O yıllarda fazla Türk yoktu. Dolayısıyla Fransızların o yıllardaki bakışları ile bu yıllardaki bakışı arasındaki farkı da inanın fazla bilmiyorum. Zira ben hep Fransız toplumu içinde kaldım. Fransızlar beni kendilerinden kabullenmiş oldukları için böyle bir soruya cevap vermek çok zor. Ama Türkiye’yi hiç tanımıyorlardı diyebilirim. İstanbul’un nerede olduğunu bile yoktu neredeyse. Bana nereden geldiğimi sordukları zaman, İstanbul dediğimde “Arapça konuşuyor musunuz?” diye soruyorlardı. Çünkü o zamanlar Türkiye henüz bilinmeyen bir ülkeydi. Hâlâ Osmanlı tarihinden kalma hatıralarla veya tarihle alakalı birtakım özel hikayelerle yaşayan bir şehirdi.
Yazıyı ne kadar güzel yasarsın diye soruyorlardı. Çünkü Arapça yazılar estetik olarak çok güzel onlar için. Ben bunları her duyduğumda düzeltmeye çalıştım. Atatürk’ten sonra Türkiye’nin nasıl değiştiğini anlatmaya çalıştım.

Bu arada bir şey var, bence hangi ülke olursa olsun umumi olarak yabancılara karşı bir alakasızlık mevcut. Halbuki ben buraya geldiğim yıllarda bir yabancı olarak ismimi söylediğimde herkesi çok enterese ediyordum (ilgili davranıyorlardı).  Bu demek ki 1965 yılıyla şu andaki Paris arasında büyük bir fark var. Fransa’nın genelinde Türkler nasıl karşılanır bilemeyeceğim ama Paris’te ister Türk olun İster Yugoslav veyahut Alman olun, hiç önemli değil, yabancı olarak eskiye nazaran kollarını açıp kucaklamıyorlar artık. Halbuki ben hiçbir zaman negatif bir etki görmedim. Geldiğim senelerde negatif durum yoktu.

Tansu Sarıtaylı- Siz kültür olarak Türk kültürüne mi yoksa Fransız kültürüne mi daha yakınsınız?

Mübeccel Gevher- Biliyorsunuz eşim Fransız. Bir de ömrünüzün bunca yılını Fransa’da geçince Fransız kültürü ağır basıyor.

Tansu Sarıtaylı- Ara sıra da olsa Türkiye’ye gidiyorsunuz  değil mi?

Mübeccel Gevher- Eskiden devamlı giderdim. Son zamanlarda daha az gider oldum. Zaman ve zemin onu gösteriyor bende buna göre hareket ediyorum.

Tansu Sarıtaylı- Peki Türkiye’ye gittiğiniz zaman orada sizi üzen bir durumla karşılaşıyor musunuz?

Mübeccel Gevher- Hayır Çünkü Türk toplumu ne olursa olsun daima insancıl, daima sevecen. İstanbul öyle. Başka tarafları bilemiyorum.

Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya geldiğiniz için memnun musunuz?

Mübeccel Gevher- Çok. Demin kültür olarak nereye yakınsınız diye sormuştunuz. Tekrar ediyorum Fransa’ya gelmeden önce anne baba evinde oturan Güzel Sanatlar Akademisi talebesi genç bir kızdım. O zamanlar çok meşhur bir okuldu. Ayrıca Vali konağında oturuyorduk. Bütün bunlar beni şu andaki Mübeccel Gevher yapmazdı. Beni Madam Gevher yapan Paris oldu, Fransız kültürü oldu. Ben Fransa’ya geldikten sonra 1968 olaylarını yaşadım. Çünkü eşim o zaman foto muhabiri bir gazeteciydi.

O dönemdeki olaylar sürerken 1970 yılının 20 Kasım günü Paris’te bütün kadınlar kürtajın serbest bırakılması için yürüdüler. Ben de kadınların arasında yürüdüm. Beni ben yapan Paris. Geldiğim zaman böyle problemlerle ilgili hiçbir yaklaşımım olmamıştı. Çok şeyi burada öğrendim. Sosyal ilişkileri, bu yaşantıyı, zorlukları da. İstanbul’a anne babasının yanında rahat bir kızdım. Paris’e gelince bütün bunları yaşadım, para sıkıntısını da hayatımda ilk olarak burada yaşadım.

Tansu Sarıtaylı- Paris’te para sıkıntısı yaşadım diyorsunuz öyle mi?

Mübeccel Gevher- Hem de nasıl? O kadar zor günlerde ki! 1968 olayları yazında öylesine zorlandım ki kızımı alıp İstanbul’a baba evine döndüm. Çünkü artık burada yapamazdım, maddi olarak dayanamıyordum. Çok zorluklar vardı. O dönemde herkes çok zorlanıyordu.

Tansu Sarıtaylı- Peki Paris’e tekrar neden döndünüz?

Mübeccel Gevher- Paris’e dönme sebebim çok önemli bir işim olduğundan. İş hayatım sayesinde bir düzlüğe çıktım. İşsiz güçsüz genç bir kadın olarak Paris’te yaşamak imkansızdı. Ben Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nde (OECD) işe girdikten sonra aynı kurumda 35 yıl çalıştım ve oradan emekli oldum.

Ben, Paris kültürü derken aynı zamanda bu çalıştığım yer kültür açısından enternasyonal bir kurumdu, uluslararası düzeyde bir kurum. Yani beni yetiştiren muhakkak ki etrafımdaki eş dost hepsi Fransız veya çoğu Fransız. Çalışma hayatım hep yabancılar arasında geçti. Bütün bunlar muhakkak ki beni de ben yapan etkenlerdir.

Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya geldiğiniz için memnun olduğunuzu söylediniz. Bir gün Türkiye’ye dönüp orada yaşamayı düşünür müsünüz?

Mübeccel Gevher- Hayır. Herhalde kaybolurum, bilhassa İstanbul’da.

Tansu Sarıtaylı- Peki kızınızın Türkiye ile bağı nasıl?

Mübeccel Gevher- Kızımın Türkiye ile ilişkisi yok ama mükemmel Türkçe konuşur, birtakım Türk adetlerini çok sever. Sebebi gayet basit. Paris’te hiç kimsem olmadığı için kızımı her yaz tatilinde annemin yanına Türkiye’ye gönderiyordum. Tabi Türkçeyi öğrendi ve alışkanlıkları da oldu.

Ama kızımdan iki torunum var, onları Türkçe bilmiyor maalesef. Çünkü burası Türkiye gibi değil. Türk annelerin çocuklarını anneanneleri veya babaanneleri yetiştirir. Yani büyükler küçüklerin yanındadır. Ama burada öyle bir şey yok. Yani benim kızım bir Fransız’la evlendi. Bir kere bile bana “Anne gel bu akşam çocuğuma bak” dememiştir. Maalesef torunlarım ana dilini bilmiyor.

Tansu Sarıtaylı- Peki torunlar Türkiye’ye gittiler mi?

Mübeccel Gevher- Elbette küçükken gittiler, hatta çok sevmişler. Büyük torunum Türk yemeklerini çok sever. Şimdi çok enteresan parantez açıyorum 29 yaşında ve vejetaryen olarak yaşıyor. Yaptığı bütün yemekler hep benim tarif ettiğim Türk yemekleri.  Çünkü Türk mutfağının en zengin tarafı sebzeli yemekler. Şöyle bir şey söyleyeceğim, bunu ben uydurmadın, belki bir Fransız’dan duydum veya okudum. Türk yemeklerinde et, sebzeye yardımcıdır, Fransız yemeklerinde sebze ete yardımcıdır.

Tansu Sarıtaylı- Kızınız bir gün dönüp Türkiye’de yaşamayı düşünmez öyle mi?

Mübeccel Gevher- Türkiye’ye tatile gider, çok sever, Türkiye’ye bağı var. Dediğim gibi Türk yemeklerini torunlarım çok seviyor. Ben de annemden öğrendim, onlara öğretiyorum.

Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya gelmeseydim Türkiye’de kalsaydım kariyer olarak belki daha iyi bir yerde olurdum gibi bir düşünceniz oldu mu?

Mübeccel Gevher- Hayır hiç olmadı. Çünkü uluslararası bir kurumda çalışıyorum.

Tansu Sarıtaylı- OECD’ye nasıl girdiğinizi anlatabilir misiniz?

Mübeccel Gevher- Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nde işe başlamam herkesi şaşırttı. Bu uluslararası kuruma girmem bir şans eseriydi. Güzel sanatlardan iç mimarlık okuyarak mezun oldum. Buraya geldikten sonra kapı kapı dolaşıp iş aradım. Hiçbir şekilde iş bulmama imkan yoktu. Hele 1968’de olaylar başlayınca çok zorlandım, kızımı alıp İstanbul’a döndüm. Bu arada benim akrabam olan Mehmet bey, eniştemiz sayılır, uluslararası bir kaptandı. Deniz yollarında çalışırken İsviçreli bir beyefendi araba satın alıyor ve kaptan olan bu enişteden yardım istiyor. Kaptan Mehmet enişte de bu adama çok yardımcı oluyor. İsviçreli bey de bu yardım karşısında para vermek istiyor, eniştem parayı kabul etmiyor. Bunun üzerine “Para kabul etmiyorsunuz bari bir şey için yardım edeyim” diyor. Eniştenin aklına da ben geliyorum. “Benim bir akrabam var iş arıyor, belki ona yardımınız dokunabilir” diyor. İsviçreli beyin en yakın arkadaşı da OECD’de çalışıyormuş, fakat ekonomist değil, çok enteresan bir işi var adamın işi sayfa mizanpajı yapmak, kitap kapaklarını falan yapıyor.

Sonra eşim bana telefon ediyor “OECD’de tanıdığın var mı, oradan telefon ettiler, senden randevu almak istiyorlar” diye haber verdi. Ben de OECD nedir bilmiyorum. Kızımı bırakıp hemen gittim, bana bir proje verdiler. Bir kapak dizaynı yapmamı, çizmemi istediler. Akademide ilk seneler umumi okursunuz, heykel bile yaptırırlar, resim, heykel bütün bunları biliyorum. Zorlanmama rağmen OECD’ye girdim ve hayatımı değiştiren bir işim oldu. İşiniz gücünüz olmadan hiçbir yerde barınmak kolay olmuyor. OECD’yi çok sevdim, 35 yıl büyük bir keyifle çalıştım. Etrafımdaki herkes yabancıydı. Eğer böyle bir iş bulmasaydım, garanti Türkiye’ye dönmüş olurdum. Zaten Fransızca bilmediğim için çok zorlanacaktım. Gerçi şimdi herkes İngilizce konuşuyor. Fransızcamı ilerletmeye de hiç uğraşmadım. Burada hiç dil okuluna gitmedim. Fransızca yazmakta çok zorlanıyorum ama konuşmakta problem yok. Öyle ki Türkçe konuşmakta daha çok zorlanıyorum.

Tansu Sarıtaylı- Mübeccel hanım, bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Benim sormayı unuttuğum veya sizin anlatmak istediğiniz bir şey var mı? Röportaj yaptığımız diğer kişilere de soruyoruz, Türkiye’den geldikten sonra Fransa’da unutamadığınız bir anınız varsa onu öğrenmek isteriz.

Mübeccel Gevher- Çocuğum olduğu zaman yaşadıklarımı anlatayım. Çocuğum doğduğunda, Türkiye’deki ailem dahil herkes, tek başına nasıl çocuk yetiştireceğim diye sordu. Yani yabancı bir ortamdayım, apartmanda herkes Fransız, hiçbir Türk akrabam, arkadaşım yok. Çok zor olacaktı. 1967 yılında bir işe yeni başladım fakat kızım hastalandı, benim de işe gitmem lazım, ne yapacağımı bilmiyorum. Apartmanda üst kata çıktım, orada oturan genç bir hanım vardı, kapıyı açtığında durumu anlattım, “Benim işe gitmem lazım, bildiğiniz bir imkan var mı veya tanıdığınız biri falan var mı” diye sordum. O genç hanım “Yok ama telaş etmeyin ben bir bakayım” diye cevap verdi. Kaldığım daireye indim, işyerime telefon ettim, gelemeyebilirim dedim. Yarım sonra üst kattaki o komşum Sylvie aşağı indi ve “Ben bakamayacağım ama bir arkadaşıma haber verdim o gelip çocukla kalacak, merak etme” dedi. Bu beni ve anlattığım herkesi çok şaşırttı. Her şeyden önce tanışmadığımız halde bir hanım başka bir arkadaşını aramış ve o kişi de bu ricayı kabul edip kızımın başında beklemek üzere gelmişti. Bu beni nasıl memnun etti anlatamam. Kızım için doktor gelecekti, doktoru bekledi, ben de işe gidebildim, o gün işten erken döndüm. Bu anı unutulmaz. Bunun gibi pek çok olay var. İster istemez bu güzel anılar benim burada kalmamı kolaylaştırıyor.

İnsanların diğer insanlara yardımcısı olması çok güzel. Geçenlerde sokakta düştüm. İlk duran iki genç Fransız kızıydı. Hemen bana yardım ettiler. Polise telefon ettiler, ambulans çağırdılar. Ambulans gelene kadar da başımda beklediler.

Tansu Sarıtaylı- Teşekkür ederim ağzınıza sağlık Mübeccel hanım.

Mübeccel Gevher- Ben teşekkür ederim.

Kategori Tag

Yorumunuzu Ekleyin

E-mail adresiniz yayınlanmayacak.

77 + = 87