Galatasaray Lisesinde düşük olan Fransızca notunu yükseltebilmek için Fransa’ya mevsimlik işe geldi Fransa’da serüven üstüne serüven yaşadı. Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajlarımıza devam ediyoruz. Bugün, 60 yıl evvel liseyi henüz bitirmeden Paris’e gelen Taner Hil bey ile röportajımız var.
Bağbozumunda çalışmak ve Fransızcalarını geliştirmek üzere arkadaşıyla Paris’e gelen Taner bey geçici işlerde çalıştıktan sonra Fransız meslektaşıyla kinésithérapie kabinesi (fizyoterapi kliniği) açmış. Taner bey 60 yıllık Paris hayatının ilginç taraflarını bize özetledi.
Fransa’da yarım asırdır yaşayan Türklerle ilgili röportajımız devam ediyor. Bugün Taner Hil bey ile birlikteyiz. Kendisinden Galatasaray Lisesi’nden sonra Fransa’da devam eden hikayesini anlatmasını istedik.
Tansu Sarıtaylı- Taner bey Fransa’ya ne zaman geldiniz?
Taner Hil- Fransa’ya 1965 senesi eylül ayı sonunda geldim, iki arkadaş olarak geldik.
Tansu Sarıtaylı- Ulaşım aracı olarak neyle gelmiştiniz?
Taner Hil- Zannedersem trenle gelmiştik. Daha önce Avrupa’ya beraber 3-4 defa trenle gitmiştik. Fransa’ya gelebilmek için Almanya’ya gittik. İki arkadaş Stuttgart şehrinde akşam trene bindik, ertesi sabah Rems şehrinde indik. Ondan sonra orada bağbozumu işinde çalışmaya başladık. Çünkü biz Fransa’ya gelebilmek için fırsat aramıştık. Bize böyle bir iş fırsatı çıktı.
Şehre gelince önce kalabileceğimiz yeri bulmak için öğrencilerin konaklamasını kabul eden öğrenci pansiyonu araştırdık, bir yer bulduk. Yapacağımız ilk şey bir banyo bulup duş almaktı.
Tansu Sarıtaylı- Şehre inince. duş almak için mi uğraştınız?
Taner Hil- Kalacak yeri bulduk ama duş almamız lazım. Fakat duşun kapısının açılması için para atmak gerekiyor, bizde de Fransız parası yok. Neyse ki bir yolunu bulduk yıkandık. Daha sonra çevrede dolaşmaya başladık. Bağbozumu için çalışacağımız yerin yolunu aradık, onu da bulduk. Gideceğimiz yer için bizi aldılar. Ben bir kasabadaki bağbozumuna gittim. Arkadaşım Alpay Evin ise biraz daha geride bir mezraya gitti, yanılmıyorsam üç kuyu adlı bir yerdi. O sene bağbozumu geç oldu. Normal olarak eylül ayında olan bağbozumu o sene ekim ayı başı veya ortalarında olduğu için çalışabildik.
Tansu Sarıtaylı- Bağbozumu için çok para verdiler mi?
Taner Hil- Amacımız bağbozumunda çalışıp cep harçlığın çıkarmaktı. Zaten verdikleri para da küçük bir tutardı. Gerçi bizim yanımızda da para yoktu. Buna rağmen yedik, içtik, yattık. Bağbozumu çalışmamız da 15 gün sürdü. Benim çalıştığım yerde büyük bir bina vardı altında burada üzümleri ezip suyunu çıkaran makineler vardı. Ben de o binanın üst katında yatıp kalkıyordum.
Tansu Sarıtaylı- Peki ilk gittiğiniz yerde ayağınızın tozuyla ücra bir kasabada çalışmaya başlamışsınız. Orası veya oradaki şartlar size zor gelmedi mi?
Taner Hil- Orası bana yabancı gelmedi. Zira Galatasaray Lisesi’nde buna benzer şartlara alışmıştık. Yani yatakhane, yemekhane, okuldaki alışkanlıklarımız gibiydi orası. Hatta o dönem çok enteresandır çok soğuk bir döneme denk geldi. Bağbozumu sırasında üzüm salkımlarını keserken ellerimiz donuyordu. Ekim ayında olmamıza rağmen orası soğuktu. Rems bölgesi şampanya bölgesidir malum daima burası soğuk oluyor.
Tansu Sarıtaylı- Fransa’ya geliş amacınız neydi?
Taner Hil- Geliş amacım öncelikle Fransızcaydı. Ben biraz tembel talebe olduğumdan birkaç sene sınıfta kaldım. “Şu okulu bitireyim, Fransızca’nın F’sini bile okumayacağım” derdim. Derken Galatasaray’ın Lisesi’nin ticaret bölümüne geçtik. Orası daha kolay olduğu için tabi. Ticaret bölümü tamamıyla bana uygun bir bölümdü, ama mezun olamadık. Fransızca’dan aldığımız not yetersizdi. Sınıf arkadaşım Alpay Evin, “Ben abimin yanına gideceğim” dedi. Yanılmıyorsam, abisi İtalya’daydı. “Oradan Fransa’ya geçeceğim” deyince “Yalnız gitme” dedim O da “Sen de gel istersen” dedi. O şekilde Türkiye’den ayrılıp Fransa’ya gitmeye karar verdik. O ara, yaz tatillerinde yurt dışında çalışan talebeler olduğunu duyduk. Fransızlar, öğrencileri kampa götürüp çalıştırıyorlardı. Bu, herkesin işine geliyordu. Hem lisan pratiği yapıyorlardı hem de değişik ülkeler görüyorlardı. Biz de bağbozumunda şampanya bölgesi için davetiye bulduk. Öyle geldik.
Tansu Sarıtaylı- O şartlarda ve henüz okulu bitirmeden gelmek zor olmadı mı?
Taner Hil- Evet. Yaşımız henüz küçüktü, pasaport çıkarmamız lazımdı ve o yıllarda 200 dolardan fazla parayla çıkmamıza izin verilmiyordu. Fakat annem, pantolonumun kemerine iki tane altın sıkıştırdı.
Fransa’da üzüm bağlarında çalışmak üzere davetiye aldıktan sonra pasaportlar çıkarıldı, konsoloslukta işlemler yapıldı. Burada bir parantez açayım. Konsoloslukta bir profesörle tanıştık. Mösyö Dumenil diye bir adam. Bu Dumenil, Türk dilini mükemmel konuşan 30-36 arası İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde Fransızca ders vermiş, Türkçeyi iyi konuşan bir adamdı. Planlarımızı anlattık, Paris’te görüşürüz dedik veda ettik. Böylece Fransa’da bağbozumu hikayemiz başlamıştı.
Tansu Sarıtaylı- Peki bağbozumundan sonra ne yaptınız?
Taner Hil- Bağbozumundan sonra arkadaşım Alpay ile yine buluştuk. O benden 35 kilometre uzaktaydı. Buluşup, Rems şehrine döndük. Arkadaşım Alpay, çalıştığı yerde Çekoslovak iki öğrenciyle arkadaş olmuştu. Onlar da Paris’e geliyorlardı. Onların Paris’te kız arkadaşları varmış. Onlarla Paris’e geldik. Fakat gece ne yapacaktık, kalacak yer bulmamız lazımdı. Otelde kalmak için yeterli paramız yoktu. Biz yine öğrenci pansiyonu aramaya başladık. Pigalle seminin alt kısmında bir pansiyon bulduk, yerimizi ayırtıp, valizlerimizi bıraktık. Yemek için dışarı çıktık ama sinema hastasıyız. Gözümüze bir film ilişti.
Sinemaya gittik, fakat çıkınca gece olmuştu. Saat 23.30’da geldik ki öğrenci pansiyonu kapalı. Otele de gidemeyiz, oraya para versek elimizde para kalmayacak. Tek çare olarak bir kahveye gittik orada geceyi geçirdik. Sabah kahveden çıkıp Pigalle yakınında Brüksel isminde bir otel vardı. Oraya gidip, bizim bütçemize göre yerleri olup olmadığını sorduk. Ne kadar ucuz falan derken çatı arasında odalar var istiyorsanız oradan veririz dediler. Yalnız iki kişilik yatak var, beraber yatarsanız artık dediler. Alpay ile birlikte o odaya yerleştik. Elimizdeki paranın bir kısmını otele bıraktık ve iş aramaya başladık.
Tansu Sarıtaylı- Orada iş bulabildiniz mi bari?
Taner Hil- Şimdi tam hatırlayamıyorum, orada Fransız bir adamla tanıştık. O adamın küçük bir şirketi vardı. Temizlik işiydi. Genelde büroların temizlenmesi işi. Onunla görüştük, biz bu işi yaparız dedik.
Tansu Sarıtaylı- Büro temizleme işi mi yaptınız?
Taner Hil- Evet. Büroya sabah saat 6-7 gibi gidip, temizlik işini saat 8’e kadar bitiriyorduk. Çünkü sabah 9 gibi büro açılıyor, çalışanlar işe başlıyordu. Akşam saatlerinde de yine bazı binaları temizliyorduk. Çalışma hayatı böyle geçmek üzereyken şirket sahibi, bizi başka bir yere yolladı. Üç katlı büyük bir bina. O binada bürolarda temizlik yapmaya başladık. Tabi biz Galatasaraylı talebeyiz ya kostüm kravat o halde çalışıyoruz. Akşam saat 20.00’da işimiz bitiyor. O saatte otele dönüp boş boş oturacak mıyız? Bir gün Gilbert Beko’nun konseri olduğunu gördük. Onu dinlemek için biletimizi aldık. O akşam bürodaki temizlik işini zamanında bitirmemiz lazım. Temizlik yaparken millet bize bakıyordu. Orada aynı temizliği yapanlar ya İspanyol ya da Portekizlilerdi. Neyse sonra biz konsere gittik. Konserdeyken bizim Galatasaray’dan sınıf arkadaşımız gelip bizi buldu ve yeni bir macera başladı.
Tansu Sarıtaylı- Konserde sizi bulan arkadaşınız ne dedi peki?
Taner Hil- “Yahu sizi arıyorum. Ben şimdi Hollanda’ya gideceğim” dedi, fakat biz “Konser bitsin” dedik. Meğer Alliance Française’dan bir kızla tanışmış. Gidip onu görecekmiş. Bizim de gelmemizi istiyor. Gece yarısı yola çıktık, sabaha vardık. İlk defa gidiyorduk. Fakat o saatte Amsterdam sokaklarında kimse yok. Millet henüz uyuyor. Bir şeyler atıştırdık ama fazla paramız yok. Henüz yeteri kadar kazanamamıştık. O arkadaşımız Temel, kız arkadaşını bulmaya gitti. Biz arabanın yanında bekledik. Ondan sonra arkadaşıyla geldi. Tipik bir Hollandalı bayan. Hep beraber günümüzü geçirdik. Fakat bu sefer dönmek zor oldu.
Tansu Sarıtaylı- Dönüş yolunda problem mi yaşadınız?
Taner Hil- Para yok ya. Onun sıkıntısını yaşadık. Gündüz Amsterdam’ı gezdik, geri dönmemiz lazım. Arkadaşımız Temel de dönecek. İyi ama kimsede para kalmamış. Temel, “Ben bir gouda peyniri aldım, yolda onu yeriz” dedi. Atladık arabaya. Araba da ufacık bir İngiliz arabası. Epey gittik Belçika sınırına vardık. Ama benzin azalmaya başladı, Paris’e kadar yetmeyecek. Çözüm bulmamız lazım. Galatasaray Lisesi’nden arkadaşımız Ömer, Belçika’da yaşıyor, onun yanına gidip borç isteyelim diye karar verdik. Sabah erken saatte onun kaldığı yeri bulup uyandırdık. Dedik böyle böyle borç para lazım. “Bende de yok” dedi. Çalışmaya yeni başlamış, henüz para almamış yani. Hepimiz aynı okuldan arkadaşlar. Hepimiz okuma hevesiyle Fransa’ya gelmişiz. Neyse sonra yola devam ettik. Tam benzin biterken bir benzinci bulduk. Arkadaşımız Temel, benzinci ile pazarlık yaptı, peyniri verdi. karşılığında 5 litre benzin doldurdu adam. O şekilde Paris’e dönebildik.
Tansu Sarıtaylı- Paris’e geri dönünce ne yaptınız?
Taner Hil- Daha önce ayarladığımız otele gittik. Orada bizim hayatımızın serüveni yeni başlıyordu. Kaldığımız otel bir anda adeta ‘Galatasaray Oteli’ne dönüştü. Çünkü her gelen Galatasaray Liseli bir arkadaşını getirdi. Gelen giden çok ama kalan yok. Bizimle görüşüp sohbet etmek isteyenler uğruyordu. Bu arada Alpay bir iş buldu.
Tansu Sarıtaylı- Ne işi buldu?
Taner Hil- Yine bir Rus kadın, böyle bizim gibi insanları işe alıp, vitrin temizletiyordu. Parasını da aylık olarak değil haftalık veriyordu. Fazla para değildi ama haftalık olarak bize yetiyordu 50 Frank. Peynir, ekmek, çikolata, sardalya konserve alıp bunlarla beslenip yaşıyorduk. Bir süre zamanımızı böyle geçirdik.
Tansu Sarıtaylı- Bu arada okul ne oldu? Türkiye’ye gittiniz mi?
Taner Hil- Buraya bir arkadaşımız daha gelmişti, arabası vardı. O arkadaş Türkiye’ye dönerken, beş kişi onun arabasına atlayıp Türkiye’ye gittik. Galatasaray Lisesi’ni bitirmek için imtihanlara girdik ama yine geçemedik, kaybettik. Eyvallah deyip gerisin geriye Paris’e döndük.
Bu arada Türkiye’den dönmeden evvel bir şirketin ambalaj işinde çalıştırmışlardı. Hem temizlik yapıyorduk hem de servis. Yani ufak elektrik ölçü aletleri, rutubet ölçen aletler gibi aletlerin servisi. Clchy Meydanı’na yakın bir yer. Bürolarda bunların servisini yapar mısınız diye sordular, servisi yaptık. Servis yaparken Fransızca konuşuyoruz. Bu bizim için çok önemli çünkü Türkleri hiç tanımıyorlar. O yıllarda Fransa’da Türkiye bilinmiyor.
Kaç kişi beni ilk kez gördüğünde “Siz kimsiniz, nereden geldiniz” diye sordu. Ben de “Türkiye, İstanbul” diyordum. Onlar da buna karşılık “İstanbul doğu mu? Nerede? Türkiye nerede?” diye soruyorlardı. Kültürün dışında insanlar diyeyim. Çünkü kültür dediğim zaman birçok giriş yapmak lazım. Kültür nerdeee, bunlar halktan kişiler. Çalışanlar yani. Bürolarda çalışırken, şirketin müdürü “Siz dili nerede öğrendiniz?” diye sordu. “Türkiye’de, ben Türk’üm, Galatasaray Lisesi’nde öğrendim” diye cevapladım. Öyle söyleyince “Ben bir Galatasaraylı tanıyorum. Beraber çalıştık, ama şimdi burada değil. Hollanda’da. Dur telefon açayım” dedi. Yok açmayın etmeyin dediysem de aradı ama görüşemedik. “Peki öyleyse” deyip “Siz Fransızca biliyorsunuz. Burada ne yapacaksınız?” diye sordu. Türkiye’de okulu bitirmek için imtihana gireceğimizi söyledim. İmtihandan sonra gelme imkanı olursa geliriz diye ekledim. “O zaman gel hemen beni bul. Sana iş vereceğim” dedi.
Biz ilk sefer imtihana girdik, ama geçemedik. Alpay da gitti Gökşin Sipahioğlu’nun yanına. Ben ise büroya gittim. Opera binasında Lancel mağazasının üst kısmında. Her gün kostüm kravat, sabah git akşam dön hep çalıştık. Haziran ayında yeniden Türkiye’ye gittik. Bu sefer imtihanı verip Galatasaray Lisesi’nden mezun olduk. Bu arada ilginç bir arkadaşımız ortaya çıktı. Onu anlatayım.
Tansu Sarıtaylı- İlginç bir arkadaş mı?
Taner Hil- Evet. Bizim Haluk Tanboy diye bir arkadaşımız ortaya çıktı. O da biraz uçuk babası da öyleydi. Eski bir diplomat, büyükelçiydi babası. Haluk da biraz kafadan oynatmış, babasına benziyor. Gelip bize yaşadığı maceraları anlatıyor. Mobiletle İtalya’ya gidiyor, Kuzey Afrika’dan dolaşıyor. Oradan geliyor Paris’te iş buluyor çalışıyor. Nihayetinde o da bizim kaldığımız otele geliyor, kalıyor.
O ara Haluk bize “Judoya başladım, spor yapıyorum” dedi. “Sen ve judo ne alaka” dedik. “Clchy Belediyesi’nin bir salonunda Kuzey Afrikalı bir oğlanla tanıştım. Oradan merak saldım. Kuzey Afrikalı da beni davet etti. Hafta sonunda bir yere gideceğiz” dedi. Bizi de söylemiş, iki arkadaşım var onları da getireceğim diye. Paris’ten 100 kilometre uzakta bir yer. Atladık arabaya gittik. Gidiş o gidiş, orada hayat arkadaşım, eşimle tanıştım.
Tansu Sarıtaylı- Kuzey Afrikalı’nın davetine gittiğiniz yerde hayat müstakbel eşinize mi rast geldiniz?
Taner Hil- Evet. Orada tanıştık. Sonra Paris’te görüşmeye başladık. Paris’e dönüşte başka bir gelişme daha oldu. Timur Selçuk da Paris’te yaşıyordu. Alpay ve bana “Ben Türkiye’ye dönüyorum. İsterseniz gidin benim evde kalın. Ben dönünce evi geri alırım” dedi. Türkiye’ye gitti ama dönmedi. Alpay’la birlikte o evde epey uzun süre kaldık. Kaç ay tam hatırlamıyorum. Sonra Alpay gitti ben yalnız kaldım. Çünkü eşim vardı. Alpay da bir hatun buldu onunla beraber yaşamaya başladı. Tabi bunlar güzel şeyler.
Tansu Sarıtaylı- Peki ilk geldiğiniz yıllarda Fransızların Türklere bakışı nasıldı?
Taner Hil- Bakmıyorlardı ki bakışları olsun, düşünceleri olsun. Türk dediğiniz zaman tanımıyorlardı. Hiçbir ilişkisi yoktu Türklerle Fransız halkının.
Bizim çevremizdeki Fransızlar, Türkleri bire bir tanımıyordu. Kuzey Afrikalıları, Arapları tanıyorlardı. Arap dediğim Arapça konuşan kişiler. Yunanistan, Avrupa için bir sınır oluyordu. Biliyorsunuz Fransa, Balkan Harbinde Yunanistan’ı bütün askeri gücüyle müdafaa etmiş, onlara silah vermiş. Benim ailem Arnavut, Balkanlardan gelme, Bektaşi ailesi. Onlar hep Yunanlılarla mücadele etmiş. Hıfzı Topuz beyin bir kitabı vardır, o kitapta ne güzel anlatıyor bu olayları. Onun için Türklerle Fransızların pek ilişkileri yoktu. Nesiller sonra biz ve sonraki devrelerde ilişkiler yumuşadı.
Bizim tanıştığımız Profesör Dumenil ve onun etrafı şimdiki gibi değildi. Sonra yavaş yavaş Türklere dönüş başladı. Başlamasının sebebi de uçak seferlerinin başlamasıydı. Paris’e son dönüşümüzde talebelere tenzilatlı bilet verildiği için uçakla geldik. Yoksa ucuz olmasaydı arabayla trenle gidip geliyorduk. Turizm işin içine girince Türkiye açılmaya başladı. Uçak seferleri de bu dönemle ilgili.
Tansu Sarıtaylı- Peki şimdiki Fransızların Türklere ve Türkiye’ye bakışları nasıl?
Tanir Hil- Şimdi ben artık Fransız oldum. Bana bakışları hiç değişmiyor. Ben Türküm deyince “Sen Türk müsün? İyi güzel” diyorlar ve böyle gidiyor. Fakat biz model değiliz. Onun sebebi şu bu Levallois’ta zannederim ki ilk Türk benim. Benden önce burada başka bir Türk’ün oturduğunu sanmıyorum. Tabi şimdi değişti.
Burada terzi olan başka biri tam Türk’ün tarifinin yapılacağı örnekti. Denizlili bir adam. Buradaki halk onu çok iyi görüyordu. Hatta bana anlatıyorlardı. “Bir tane daha Türk var, çok samimi, iyi bir insan, çok iyi karşılıyor, işini iyi yapıyor” diyorlardı. Burada terzilik yapan Türklere, kıyafetlerinin tadilatını yaptırmak üzere gidenler, aç çok gözlem yapmış, bir diyalog içine girmiş. O şekilde Türkleri tanıyorlardı, yani terzilerden, rötuşlardan. Biz o ara yavaş yavaş yeni gelen Türkleri duymaya başladık. Mesela Joura’da orman işinde ağaç kesip odunculuk yapıyorlar diye duyuyorduk.
Tansu Sarıtaylı- Taner bey bir Fransız kadınla evlisiniz. Yarım asır da değil tam 60 yıldır burada yaşıyorsunuz. Kültür olarak Fransız kültürünü mü yaşıyorsunuz yoksa Türk kültürüne mi yakınsınız?
Taner Hil- İkisini de yaşıyorum. Fakat Türk toplumuyla ilişkim azaldı. Yani günü birliğine oluşumları yaşıyorum. Ama arkadaşım Alpay Evin öyle değil, Ahmet Abut öyle. Ahmet ile aynı sene ilkokula başladık. Onların Türk toplumuyla iş ilişkileri daha fazla oldu. Ben burada 10 sene Foche Hastanesi’nde tahsil yaparken ve gece çalıştım. Hatta sonları diplomasız hemşire gibi böyle servisleri bana veriyorlardı. O şekilde çalıştım. Tıbba dönük olduğu için burada bir Fransız meslektaşımla ‘kinésithérapie kabinesi’ (fizyoterapi kliniği) açtık. Aşağı yukarı 27 sene kadar çalıştım. O sebeple bizim toplumla ilgili anlatacak pek şeyim yok. Görüşümü ifade edecek bir durumum da yok, yani bu kadar.
Tansu Sarıtaylı- Peki, Türkiye’ye gidip geliyorsunuz. O ziyaretleri anlatır mısınız?
Taner Hil- Gidip geliyordum. Artık gitmiyorum. Kalp krizi geçirdim, beyinde tümör var, kanser hastasıyım. Korkuyorum gitmeye. Tabi Türkiye’deki değişimi fark ediyorsunuz. Kardeşim orada oturuyor. Artık benim ailemden kimse kalmadı, tek kardeşim var. Onun da bir kızı yanında bir kızı Almanya’da. Almanya’daki kızını burada ben evlendirdim. Yani biz dünya adamı olduk. Biz dünya adamı olduk ama Galatasaray Lisesi’nin gücü azaldı. Erdoğan politika yönünden başa geçince gücü azaldı diye düşünüyorum. Ne kadar azalsa da yine arkadaşlarımızla ilişkilerimiz var. Galatasaray Lisesi’nin 50. yılında İstanbul’daydım. Annemin vefat ettiği sene. Burada yaşıyorum ama Galatasaray’ın yıldönümü kutlamalarına gittim.
Tansu Sarıtaylı- Peki bir gün Türkiye’ye dönüp orada yaşamayı düşünür müsünüz?
Taner Hil- Bu durumdan sonra dönemem. Kızım alt katta oturuyor. Ev aile evi. Evden bahsetmişken parantez içinde şunu anlatayım: 1967 senesinde daha evli değildim, kayın biraderimle birlikte bütün kış bu gördüğünüz evin her yanını biz yaptık. Elektriğinden boyasına kadar biz yaptık. Ondan sonra 1968’de evlendim.
Tansu Sarıtaylı- Peki başka çocuğunuz var mı?
Taner Hil- Bir oğlum ve bir kızım var.
Tansu Sarıtaylı- Peki çocuklarınızın Türkiye’ye bakışları nasıl?
Taner Hil- Kızım 8 sene Türkiye’de kaldı. Güzel Sanatları bitirdikten sonra “Ben Türkiye’ye gideceğim” dedi. Olur dedim. Biraz kardeşimle kaldı, orada burada çalıştı, başının çaresine baktı. 2012 yılında buraya geri döndü. Dönerken, bir koca ve bir çocukla geldi. Orada bir Türk’le evlendi.
Oğlum ise Türkiye’ye gidip geliyor. O da burada Sorbonne Üniversitesi mezunu. Fransa yönetim üzerine. Fransa’daki yabancı şirketlere gelen kişilere özel dersler veriyor. Sonra bir Hollandalı bayanla yaşamaya başladı. Nereden nereye? Şimdi Hollandalı bir torunumuz var, 20 yaşında. Hollandalı torunun Türkiye ile ilişkisi yok. Fakat alttaki kızım ve damadım Poyraz’ın Türkiye ile ilişkileri var. Damadın babaannesi, anneannesi oradalar. Onlar her sene Türkiye’ye gidiyor. Soracak olursanız, çocukların oraya yerleşme durumları söz konusu değil. Benim de pek gidecek durumum kalmadı, kardeşim geliyor buraya. Oğlum, Galatasaray’a gitti bir sene kadar Fransızca öğretmenliği yaptı. Alpay’ın oğlu gibi benimki de ders vermeye gitti.
Tansu Sarıtaylı- Taner bey bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim güzel sohbet için. Diğer röportaj yaptıklarıma da soruyorum. Unutamadığınız bir anınız var mı?
Taner Hil- Beynimde bir sürü anı var. Paris’e gelip otele yerleştiğimiz zaman bir sürü arkadaşımız bizi görmeye geldi gitti. Tabi herkes bizim gibi fakir fukara değildi. Burada ben de bir ay kalacağım ben de yapacağım deyip sonra dönenler çok oldu. Onlar otele geliyorlardı. Biz onları misafir ediyorduk. Temel Çıpa adlı arkadaşım geldi. Temel, serüven yaşayan bir adamdı. Maalesef o vefat etti. Bu Temel arkadaşım, Hollanda’ya birlikte gittiğimiz bizim Temel. Onunla münasebetimiz, hukukumuz enteresan. Bize neler anlatıyor neler, ama anlatılacak gibi değil. Bir gün Roma’dayken parası yokmuş, otele gidememiş, sokakta uyumuş. Neymiş efendim, orada sokak kadınları varmış buna asılıyorlarmış falan. Tabu bu hikayeler biraz uydurma. Liseden yeni mezun olmuş gençlerin hikayesi işte. Böyle neşeli ilgi çekici hikayeleriyle iz bıraktı bende.
Tansu Sarıtaylı- Peki çok teşekkür ederim Taner bey.
Taner Hil- Ben teşekkür ederim.