PARİS KOMÜNOTERAPİ ENSTİTÜ BAŞKANI DR. FULYA ÖZGÜN

85
18 Nisan 2025 tarihinde Tansu Sarıtaylı tarafından eklendi

Toplumun ruh sağlığı için Komünoterapi Enstitüsü’nü kurdu. Fransa’da kurulmuş Türk Dernekleri arasında yer alan, Paris Komünoterapi Enstitüsü’nün Kurucu Başkanı Dr. Fulya Özgün, enstitünün çalışmalarını anlattı. Psikiyatr Dr. Özgün, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Bakırköy’de çalıştıktan sonra, kariyerine Fransa’da devam etti. Paris’teki CH Sainte-Anne’de psikiyatr olarak çalışan Dr. Özgün, aynı zamanda Paris Komünoterapi Enstitüsü Kurucu Başkanı. Dr. Özgün, otizm, şizofreni, ruhsal bozukluklar ve sosyal sorumluluklar, anksiyete, depresyon gibi rahatsızlıklar üzerine çalışıyor.

Fransa’daki dernek başkanlarıyla röportajlarımız devam ediyor. Bu kez Paris Komüniterapi Enstitüsü Başkanı Fulya Özgün ile birlikteyiz. Kendileri bize dernekle ilgili faaliyetleri anlatacaklar.

Tansu Sarıtaylı- Fulya hanım kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?

Dr. Fulya Özgün- Tabi. 2007 yılında Fransa’ya geldim. Türkiye’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdim ve psikiyatri ihtisasımı tamamladım. Evlendikten sonra Fransa’ya geldim. Eşim Fransız’dı. 2007-2019 arasında bir hastanede uzun süreli çalışma hayatım oldu. Paris’te hem psikiyatri ihtisas denkliğini almak için hem de daha sonrasında da bir süre çalışmam gerekiyordu. 2019’da kendi muayenehanemi açtım. Şu anda kurucusu olduğum ve başkanlığını yürüttüğüm Komünoterapi Enstitüsü için çalışıyor hem de hastalarımı kabul ediyorum.

Tansu Sarıtaylı- Peki bu enstitü projesi fikri nereden çıktı?

Dr. Fulya Özgün- Fransa’ya ilk geldiğim sene yani 2007’de benim gibi doktor arkadaşları ararken Türk doktorlar grubuyla tanıştım. O doktorlar grubunda seminerler düzenleniyordu. O seminerlerde fark ettik ki hani birçok tıbbi konuya ağırlık verilirken insanların psikolojik olarak da desteğe ihtiyacı vardı. Bana da bu yönde seminer yapar mısınız diye talepler geldi. O taleplerden sonra Paris’teki Türk konsolosluğumuzda çalışan psikolojik danışmanla birlikte, onun bana desteğiyle 2013 yılında Komünoterapi Enstitüsü’nü kurduk.

Tansu Sarıtaylı- Peki enstitünün çalışma alanlarını anlatır mısınız?

Dr. Fulya Özgün- Enstitü olarak, 2013-2019 yılları arası daha çok seminer düzenledik. Bir iki araştırma üzerine bir şeyler yaptık. Buradaki durumu belirlemek için veri toplamaya çalıştık. Birazcık da hangi konulara daha çok değinmemiz gerekiyor diye ve o verilerin peşinden de seminer konularımızı belirledik. Bu şekilde 200’ün üzerinde seminer düzenledik. Çalışmalarımız tıbbi ve psikolojik seminer ağırlıklı olduğu için de bir çok yere gittik. Yani Türkçe konuşulan her yere gittik diyebilirim. Paris’te olduğu gibi Fransa içerisinde diğer kentlere, her yere gittik. Başka şehirlere de seminerler verdik. Onun dışında özel konularla ilgilendik. Ayrıca otizm konusuyla ilgilendik ve onunla ilgili bir kaç seminer düzenledik.
Bu arada 8 Mart Kadınlar Günü ile ilgili birkaç yıl üst üste seminerler verdik. Konulu seminerlerin içerisinde otizm dışında bir de göç depresyonu çok ağırlıklıydı. Çünkü göçmen olarak Fransa’ya gelen birisi ileride neler yaşayacağını, başına neler geleceğini önceden tahmin ederse birazcık daha rahat yaşıyor, o süreci biraz daha rahat geçirebiliyor.

Tansu Sarıtaylı- Peki o süreç nasıl işliyor genelde?

Dr. Fulya Özgün- Birinci yılı ne bileyim adaptasyon (uyum) dönemi, balayı gibi birazcık. İkinci yıl biraz daha korkulu geçiyor. 3’üncü yıl biraz daha depresif geçiyor ama 4. yıl iyi oluyor. Bu arada çalışmalarımızda toplumun korkularını fark ettik.

Tansu Sarıtaylı- Toplumdaki korkular derken neyi kast ettiniz?

Dr. Fulya Özgün- Yeni araştırmalarımızda, yaptığımız testlerde insanların korkuları üzerine çok konuştuk. Sonra Türkiye’den konunun uzmanını davet ettik. Yeni psikiyatri psikolojiyle ilgili seminerler verdik. 2018’den itibaren seminerleri Fransa dışına taşıdık. En son Azerbaycan’da bir seminer yapmıştık. O da hastanede çalıştığım Fransız arkadaşlarımla birlikte Fransız-Türk karışımı ilk seminerimiz oldu herhalde. O seminer cerrahi alanda korku ve beden ve ruh hali üzerine bir etkinlik düzenledik. Hatta onunla ilgili bir kitapçık çıkardık. Çalışma Bakanlığıyla çalışıp buradaki Türklere yönelik bir kitapçık hazırladık.

Tansu Sarıtaylı- Peki kendi alanınızda, sağlık personeli için, hekim adayları için çalışmalarınız var mı?

Dr. Fulya Özgün- 2019’dan itibaren muayenehanemin büyük salonunu toplantı yeri haline getirdim. Birlikte çalışabileceğimiz salon açtığım için artık bana gelen stajyerlerle birlikte daha akademik ağırlıklı, onların gelişimine yönelik, onlarla toplum üzerine çalışmalara hazırlanmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Daha çok vaka konuşması ve kendi içimizde psikoloji üzerine çalışan tüm psikologların burada psikiyatristler ile birlikte karşılaşmaları, deneyim paylaşımı yapmaları ve hasta ağır bir şey. Bizde hasta konuşulması gerekiyor. Hastaların konuşulması gibi çalışmalarda devam ediyoruz. Haftada iki gün enstitü adına vaka konuşmalarımızı yapıyoruz. Ama onun dışında filozofi atölyeleri çalışmalarımız var. Çocuklar için özel yaptığımız atölye çalışması yapıyoruz.

Tansu Sarıtaylı- Peki Fulya hanım, kurumun başkanlık görevi zor mu?

Dr. Fulya Özgün- Ne zor ne kolay, yani hem zor hem kolay. Çünkü, başkanı olmanın en zor tarafı herhalde, bazen istemeseniz de devam etmeniz gerekiyor. Bir şeyleri yola koyduğunuz zaman, disiplinli bir şekilde görevi bırakıp gitmemiz lazım. Karar vermemiz lazım, bazen bazı kararları almak zor oluyor. Ama onun dışında bazen de karar verici konumda olmak insanı çok özgürleştiriyor. Dolayısıyla hem iyi tarafı var hem kötü tarafı var. Her şeyin bir bedeli var. Dolayısıyla büyük bir zorluk değil bu.

Tansu Sarıtaylı- Enstitüyü kurarken bir amaç vardır, düşünceler vardır. Onların hepsini yerine getirebildiniz mi?

Dr. Fulya Özgün- Yani aslında amaç tabii ki komünikasyondu. Yani tabii ki iletişimdi. İletişimdi bilgi vermekti. O bilgiyi bazen nereden alacağımızı bilemeyiz. Amacımız doğru bilgiyi toparlayıp, yapabildiğimiz her yere ulaştırmaktı. Ama tabii ki tam ulaşamadık bir kere, bu konuya güzel değindiniz. Çok uzun süre başkan kalmak çok tercih edilen bir şey değil. Doğru da değil. Arkamdan gelebilecek birilerini yavaş yavaş planlı bir şekilde üzerimdeki bu görevi alması için uzun süredir planlıyorum ama bu meslek için kolay değil. Hem doktor olup hem hastanede çalışıp hem de dernek çalışması yürütmek zor, yine de bir sonraki başkanımızı hazırlıyoruz. Ama projelerimiz tabii ki enstitünün sürekliliğini sağlayabilirsek o da ancak el ele vermekle olur. Bu proje tamamlanmadı tabii ki daha tamamlanmaz.

Tansu Sarıtaylı- Derneğin yani enstitünün kaç üyesi var?

Dr. Fulya Özgün- Bizim dernek üyelerimiz, toplum değil tabi. Yani sadece burada çalışanlar. Dolayısıyla büronun dışında çalışan 7 kişi, büronun dışındakilerle toplam 25 kişiyiz. Psikologlar ve psikiyatristler var.

Tansu Sarıtaylı- Peki Fulya hanım, az çok siz Türk toplumunu tanıyorsunuz. Fransa’daki Türk toplumunun geleceğini, özellikle gençlerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Dr. Fulya Özgün- Bu biraz tabi sosyolojik bir konu oldu. Benim için sosyolojik fikrim subjektif olabilir, ama psikiyatrist gözüyle sorarsanız gençlerde içe kapanma çok var. İçe kapanmanın birçok sebebi var elbette. Yeni iletişim teknikleri vesaire dışa dönük gibi iletişimde gibi görünseler de beden kullanmadan bir iletişim olduğu için, çok ciddi bir bedensel içe kapanma var. Bedensel içe kapanmanın da doğurduğu bir sürü yan problemler ortaya çıkacak.

Tansu Sarıtaylı- Fulya hanım, bahsettiğiniz bu bedensel içe kapanma hangi problemlere sebep olur?

Dr. Fulya Özgün- Mesela bizim toplumumuzda çok ciddi bir kilo problemi var. O daha da artacak gibi görünüyor. Kötü olanlar veya ne bileyim işte annelik, babalık kavramları ile ilgili toplumun daha çok açılmasını beklerken, bedensel olarak dışarıya çıkmayıp, dışarıda çalışmayan birisinin sorunları. Sosyal olarak ne bileyim bir şirkete girip çalışmayan birisi bulunduğu yerin sosyal olarak dışına çok fazla çıkmamış oluyor. Bu çıkmamalar maalesef sosyal içe kapanmayı da getiriyor. O zaman ilerlememiz engelleniyor. Yani fikirsel ilerleme her zaman insanın daha çok merak edebileceği bir şeye gitmesiyle alakalı. Aynı bildiğiniz yerlerde kalırsanız, hiçbir şey merak etmezsiniz. Daha depresif olursunuz. Hatta hücre dediğimiz sürekli uyarılmalı ve uyarı sadece yabancı bir şeyle oluyor. Dolayısıyla yani bu kapanmalar birazcık benim için karanlık bir şey olabildiğince çocuklarımızı daha açık, daha dışarılarda, daha öğrenebilecekleri çok şey var. Bir cesaret göstermemiz lazım. Politik olarak çok endişe verici bir şey bu. Şu anda herhalde kimse o kadar cesaretli değil. Sadece Türklere yönelik bir durum değil bu. Her yerde, bütün toplumlarda bir nasyonalist bir akım arttığı için korku her yerde var ve korku kapanmayı ve de çok fazla ilerlememeyi gerektirecek. Bu yüzden sanırım toplum için felsefe atölyelerini yapmaya başladık. Düşünmeyi öğretmemiz lazım. Çünkü iyi düşünürsek o zaman belki merakımızı uyandıracak daha güçlü kararlar verebiliriz.

Tansu Sarıtaylı- Peki anne babalara, bu çocukların geleceğiyle ilgili olarak tavsiyeniz nedir?

Dr. Fulya Özgün- Çocuklarını korkuyla yetiştirmesinler. Yani bütün hastalıkların arkasında, bütün psikiyatrik ve fiziki olan hastalıkların arkasında aşırı korku var. İnsan doğası zaten bilmediğinden korkuyor, kendini korumak için. Bir de anne baba çocuğu korkutunca veya toplum korkutunca işte o zaman düşünmemiz engelleniyor. Düşünme, sağlıklı düşünme lazım. Anne babalara tavsiyemiz çocuklarının geleceği için onlara daha çok bilgiye açık yetiştirmek. Dolayısıyla bilgiye açık yetiştirmenin arkasında korkutmamak var. Yani bildikten sonra korkunuz azalıyor.
Korku zaten doğal olarak bütün çocuklarda var. Dışarıya çıktıklarında, bir şey yaptıklarında yabancı bir şeyden korkuyorlar. Genel olarak bir çocukta 7 yaşından sonra korku gelişiyor. 7 yaşına kadar zaten korkması gereken şeyleri veriyoruz. Ama 7 yaşından sonra çocukları çok korkutmayalım. Çünkü korkuttuğumuz, engellediğiniz, mantık çerçevesinde ön süremediğimiz engellemeler, çocuğun da kendi kendini, mantıksız engellemelere o tür davranışa götürüyor. Düşünmesini engelliyor. Mantıksız oluyor. Dolayısıyla çocukları düşünmeye yöneltmek lazım. Düşünmeye, okumaya, merak etmeye yöneltmemiz lazım.

Tansu Sarıtaylı- Peki bu konuya özel çalışmalar var mı?

Dr. Fulya Özgün- Bunlar klasik kavramlar. Sanırım herkes biliyordur, ama bizim de bununla ilgili bir çabamız var. Yaşlara yönelik felsefe, psikolojik olarak kendini iyi ifade edebilmek için, toplumda söz alabilmek için, fikrini söylemekten utanmaması için, her konuda fikrinin olabileceğini görmesi için, bunları kendi kendine hatırlatması için çocuk atölyeleri düzenliyoruz. Hem Fransızlar hem Türkler için düzenliyoruz. Bu konuda biraz faydamız olsun istiyoruz çünkü bu en önemli bir konu gibi görünüyor.

Tansu Sarıtaylı- Fulya hanım, bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Ama benim, sormayı unuttuğum veyahut da sizin söylemek istediğiniz başka şeyler varsa söyleyebilirsiniz. Buyrun sizi dinliyorum.

Dr. Fulya Özgün- Aklıma gelen bir şey yok ama tabii, size teşekkür etmemiz lazım. Çünkü hayat çok hızlı akıp geçiyor. Gerçekten de çok şeyler yapmaktasınız. Belki herkes çalışır ama, siz çok çalışıyorsunuz. Bu fotoğrafların, bu röportajların, yazıların ileride tarihi değeri çok olacak. Böylece çocuklarımıza bir sonraki jenerasyonu aktaracağız. Birilerinin temas etmesi, takip etmesi, yazması, buna emek vermesi çok değerli. Herkes adına çok teşekkür ederim.

Tansu Sarıtaylı- Efendim ben teşekkür ederim. Faaliyetleriniz ve paylaştığınız kıymetli bilgiler için teşekkür ederim.

Kategori Tag

Yorumunuzu Ekleyin

E-mail adresiniz yayınlanmayacak.